27 Kasım 2015 Cuma

dünya üzerinde hiç bir yer huzurlu hissettiremeyecek, hiç kimse diğer bir insanın yüzüne bakmak istemiyormuş gibi.
dünyayı ufacık bir şehirden ibaret görmek ne kadar doğru?
insanlar birbirlerinin heykeltraşı ve birbirlerinin putu.
en sonun birbirlerini parçalayarak yiyorlar.
istenmeyen bir oksijen ciğerleri yakmaz mı?
turuncu gökyüzünde sadece sigara temiz hava kaynağı.
ve burada herkes uzayın dünyaya tecavüzü için sigara içerek atmosfere delik açıyor.
insanlar sevişme görmek istiyor, insanlar ilk hatayı o kadar sevmiş ki şeytanı içlerinde besliyor.
tanrıya olan bağlılığa aşk denirken, hatalarına kılıf uydurmak için bu kelimeyi kullanabilecek kadar iğrenç insanlar.
ben hiç kimsenin yanında huzurlu hissedemiyorum.
insanlarla konuşmak istemiyor, onlara ihtiyaç duyuyorum.
kendi penceremden komşuyla konuşmak gibi, bir şey olursa kapa pencereyi, diğer cepheye bakan pencereye bak.
duvarlarının sayısı dörtten ibaret olmasın.

25 Kasım 2015 Çarşamba

aslında tek istediğim insanların yüzüne yüzüne bağırmakmış, insanlara "kendi kanalizasyon borunuzdan duvarlarıma pislik sıçratmaya çalışmayın!" demek istiyormuşum. üstlerinde kurumuş pisliklerini gözlerinin içine sokmak istiyormuşum.
kanımdaki adrenalin birikintisini hissedebiliyorum. o kadının yüzüne küfretmediğim için kendime kızıyorum. sonra bunu o kadar da umursamamam gerektiğini hatırlayıp bundan sonra insanların yüzüne onların çirkinliklerini vurabileceğim cesareti görüyorum. cesurum, daha cesur. bunu bir ağrı kesici de sağlayabilirdi aslında, hatta bir vitamin bile yapabilirdi bunu. ama ben tek başıma yaptım. kimseye boyun eğmedim ve onlara inanmadım. ben kendi içimde kendi ilacım oldum. ve şuan daha net hissediyorum.
bu boşluktan güzel bir çıkış yaşadım, içsel bir patlama, enerjimi bağırarak dışarı vurma ve insanları umursamayış.
insanları umursamayış.
antidepresanların folyo kısmını kırıp ilacı avucumun içine koydum. ve oturduğum banktan biraz daha doğrulup, gerilip ilacı karşımdaki boklu dereye fırlattım. sonra bunu paketteki tüm ilaçlar için teker teker yaptım. tüm insanlara bunun için küfürler savurdum, anneme telefonda bağırdım. saçımı topladığım yağlı boya fırçamı biraz daha sıkılaştırdım. sizin küçük beyinlerinizi sikeyim dedim. gülümsedim. sondan başlayarak bana haksızlık yapan insanların karşısına geçip "seninle aynı dünyada aynı 'insan' sıfatını taşımaktan tiksiniyorum." diyeceğim. aklına ne gelirse söyleyen o orospu karıya dönüşmeden insanların pislikliklerini yüzlerine vuracağım. beyni küçük insanların arasında beyni küçük bir insana dönüşmeyeceğim.
hala hepinizden tiksiniyorum.
kendi bok kuyunuzda boğulun.

24 Kasım 2015 Salı

zehir damlayan ağızlardan ismimiz duyuluyor, sesleri çirkin ve lanetli.
bir biranın verdiği lanet olasıca tat başını öne eğmekle kıyaslanamayacak basitlikte.
aşka dön diyor ruhunu tanrı babadan alanlar.
ben her şeyi eleştiren ruhumu bu konuda bastırıp, başından tutup eğiyorum secdeye.
aşka yüzümü dönüyorum,
gözlerimi açıp gökyüzüne bakıyorum.
insanlar nefretlerini kusuyor, gün yüzüne çıkıyor insanların pislikleri, su üstünde yüzüyor bir çöp gibi.
ben beni yaratana yüzümü yıkayıp gidiyorum, ve her gidişimde çektiğim acıdan mutluluk duyuyorum.
insanlar bilmiyor, duymuyor ve kendi kendilerine mırıldanıyorlar.
mırıltılar beynimin içinde bağırmalara dönüyor.
evime dönmek istiyorum, sığ beyinlerin suyunda boğuluyor açık denizde yüzmeyi özlüyorum.
konuşmak istiyor ama konuşacağım insanlar bulamıyorum, üç maymundan istediğini seçmişler insanlar.
midemdeki asitten tiksiniyorum, beynimdeki uyuşukluktan kaçıyor kendimce en küçük acıyı büyütüp baş tacım yapıyorum.
vicdanım kedi gibi, dokuzuncu canımı hala yaşıyorum.
ölümler güzel gelsin istiyorum.
ölümü sevmek biraz delilik gibi, ama ben ruhunu taşıdığımın huzuruna özlem duyuyorum.

22 Kasım 2015 Pazar

sisteme ayak uydur kızım,
emeklerin boşa gidecek, emeklemelerin, adımların ve merdiven çıkışların.
merdivenin altlarında birileri sevişiyor olacak.
 insan acı çektiğinde doğruyu söyler!
fiziksel acı mı bu? 
herkese işkence uygulasak insanlar daha doğrucu mu olur, 
hamurabi mi olsak, kimsenin elinde yoğrulmasak ama el kessek?
psikolojik acı çeken insan doğruyu itelemez mi içinde?
doğruculuk.
seni öldürmeyen acı güçlendirir mi?
beynimin içinde acılar ve yüzler hakkında bir sürü soru var.
insanların yüzlerinden acı akıyor. 
kahve yapıyor adam, uykusu yok kadının,
renkler birbirine karışıyor,
ısıtıcı sobanın kızarıklığı gri duvara vuruyor, duvarın canı acıyor.
sigara külleri istemsizce terliklerine dökülüyor kadının,
terliklere rağmen yerin soğuğu kendine çekiyor.
bedene bir virüs gibi girip yumurtaları birilerinin kafasında kırıyor.
doğmadan ölüyor, güneş bulutların arkasında,
kendini gösteremediği için tüm evrene küsüyor, güzelliğini göstermek istiyor.


dostlarım, dostlarım demeye inatla devam ediyorum. bu yazımda ilk defa gerçek bir dostumlayım. güzel bir konuşma, iç savaşların rapor verme saati dedik ve güzel bir kriz ve hastane ziyareti sonucu güzel yastığımızı biraz küflenmeye bıraktık. "sitemi bırak bence" oo ne kadar da güzel bir tepki verdi şuan. sanırım son günlerde içimdeki kötü hisler kraliçesini uyutamıyorum. bedenimi ele geçirip tüm insanlara nefret dolu bakışlar atıp yüzümde asık bir ifadeyle gezmeme neden oluyor. ani el kasılmaları ve yüz uyuşmalarını da pek bir seviyor. 
insanlar uyuşturucuya benzemiyor mu sizce de? kötü bir bağımlılık gibi. onlarla zarar görüp onlarsız yaşayamıyorsun. doğduğun andan itibaren kanına karışmış bir antidepresan. 
sizi seviyorum dostlarım diye bitirdim konuşmamı. her şeye rağmen insanları sevebilme savaşındayız. kimine göre hep bir savaştayız. güzel, satır atlamalı yazılarımı özledim. birden fazla cümleye yetişebilmeyi, ellerime gereğinden fazla sorumluluk yüklemeyi ve beynimi insanların önüne sunmayı özledim. 
insanlığa özlem.
neyse çok konuşacak şeyim kalmadı artık. buraya bir şeyler yazmak alışkanlık olmuş. monotonlaşan her şeyden soğuyorum. sigarayı bırakıyorum. altı ay boyunca kullanmamı tavsiye ettikleri ilaca karşı duruyor alkolü hayatıma sokmuyorum. monotonluk olarak her sabah uyanıp okula gidip okulda uyuyorum.
aşk şiirlerinden nefret ettiğim günlerdeyiz ve kahve falına servet ödediğim. geçen taş kolye aldım mesela cüzdanımdaki tüm parayı ona verdim. iyi hissettirsin diye bir şeylere küçük bütçeli servetimi harcıyorum. bu biraz şey gibi, erkeklerin iyi hissetmek için orospuya para vermesi gibi. ne alaka ya şimdi bu, falcıların ve takıcıların hepsini kendi orospum ilan ettim. büyülü taşlar ve fal oklarına inanmayınız der kitapta. para yatırmayın demez ki. ben fal baktırıyor ve fallara inanmıyorum. birilerinin bana iyi bir şeyler söylesin diye çabalayıp durmaktan öte değil. bilinç altına itmek için çabaladığım ve genelde kaçtığım olayların hepsini gün yüzüne çıkardığım günler. geçirdiğim her günün yaşadığım her olayın beynimin içinde dönüp durması ve artık bu düşünceleri bastıramıyor olmam bu dönemin insanlardan uzak geçirmemi gerektiriyor. çay ve sigarayı alıp sahilde saatlerce oturmak istediğim bir nefes alışverişi. sırlarımızın ortaya dökülüşü. yalnızlığımın yüze vurum hali. kim okuyor ki bu yazıları. kim ister bir şizofrenin hayatını izlemeyi, kendime karşı üç maymunu oynarken ben. tüm insanları kendimden uzaklaştırmak istediğimde tehlikemin farkına varamıyorum. güzel bir içe vurum. her insanın yapmaya cesaret edemediğini ben yapıp bir kaç adım daha atıyor gün yüzüne yaklaşıyorum.

20 Kasım 2015 Cuma

"kötü başlayan yazlar içimde sonsuz savaşlar
 bir sürü para verip de hiç içmediğim ilaçlar
 bir fırt daha çeksem zaman belki biraz yavaşlar
"
kaancığıma buradan sevgilerimi yolluyorum içimize seslenebildiği için.
bu sözlerle her sabah izmirde kedi beslerdim beraber kahvaltı yapardık kedilerle. Siyah yavru bir kedi vardı orada kaldığım yurdun etrafında, tek gözünde sıkıntı vardı her sabah ton balığıyla poğaçayı karıştırıp ona yedirirdim diğer kediler daha ortaya çıkmadan. Diğer kedilere şiir okurdum, dergi sayfalarından sevdiğim yazıları okuyup bu yazılar üzerine onlarla sohbet ederdik. Uykum gelmeye başlardı yavaş yavaş. Sabaha kadar uyumazdım çünkü çok sevdiğim bir dostumla sabaha kadar telefonda konuşurduk. Yurdun bahçesinden izmirin gökyüzünü izleyerek onunla hayaller kurardım. "çok güzel şeyler olacak" bu cümleye gerçekten inanır ve ondan güç alırdım. Güzel dostlar biriktirmek istedim hep. Ve insanların dostlukları değerli görmediğini gördüm. Gereğinden fazla üzülüyorum şu sıralar. Gerek okul başarısızlığım, gerek insanların beyinlerindeki saçma oyunlar olsun beni üzüyor ve yoruyor. Büyük bir korkunun içine alıyor beni; benliğimden çıkıp bu insanlara benzersem. Çünkü biliyorum bardak gibi sert bir yapım yok, içindeki su gibiyim. Git gide bu kötü düşünceli insanlara dönüşmek gerçekten beni mide bulantısına itiyor. "ne oluyor lan?" Demeli insan kendine ve benim bunu deme vaktim geldi hatta geçiyor. O yüzden biraz kendimi insanlardan uzak tutmalı, bu saçma yerden uzaklaşmalıyım. Sorunum diğer insanlarla değil insanlar üstlerine alınabilir, ki alınsalar da pek umurumda değil. Sorun benim kendi içimde, sadece biraz yalnız kalmaya, çay içmeye, sahilde üşüye üşüye kitap okurken kedi beslemeye, arada bir evime gidip siyah duvarlarıma bakarak hayaller kurmaya ihtiyacım var. Yalnız bırakın küçük pollyannayı, biraz kafasını toparlamaya neler olduğunu anlamaya ve hiç bir şeyle uğraşmamaya ihtiyacı var. İnsanlara ihtiyacı yok, aferin kızıma.
kendi kendime gün değerlendirmesi yapıp bunları insanlara sunmak da çok trajikomik geliyor bana. Acınası bir yalnızlık ve kendine gülen bir ben.
bu arada spor salonunda defterimi unutmuştum defterimi kim bulup aldıysa ve okuduysa çöpe atsın. Çok üzüldüm almasına.
günlerim trajikomik bir biçimde ilerliyor, kadınlar adamlarında hükümdarlık sürüyor, ve bunu diğer insanların gözüne sokma çabaları karşısında kahkaha atasım geliyor. Karşısına geçip iğrenç kahkahalar atmak. kurnaz adamlar dünya üzerinde kendince padişah olmaya çalışıyor. Kendilerince kurulan bir savaş kendi sınırları içerisinde bir söz hakkına sahip oluş. gereğim olmayacak kadar acınası ve yorucu. Dünyada bu kadar şey olurken bunlara alet olup yaşamak yerine bunlardan uzak tutacak ve kaçmamı cazipleştiren güzel bir ev istiyorum.




neyse kaancığım tekrar teşekkür ederim iki gündür dilime dolanan bu sözler için. kötü başlayan yazlar...
https://m.youtube.com/watch?v=6kcaBnX9p1A

19 Kasım 2015 Perşembe

ip üzerinde dans eden cambaz,
ipleri el değiştiren bir kukla,
rüzgarda uçuşup toprakta kendi kendine filizlenen yabani otların, toprağa ilk düştüğü andaki hali.
pek de bir fark yok kadının tüm ruh halleri arasında.
başlangıç, ilerleme, savruluş.
hangi zaman aralığında takılı kaldı acaba?
yazar hangi paragraftaki cümleler için saatlerce düşündü?
kadın hangi yazarın yazdığı oyundan kendine pay çıkarıyordu?
öyle umursamaz ve yaşlı gözüküyordu ki, makyajla gençleşme akımına aykırı olmayı başarabilmişti kendi balkonunda.
aslında bu kadar yıpratmaya gerek yoktu kendini, rol için. dünya bile beton denilen makyaj malzemesiyle yeterince bitkin gözükebiliyordu artık.
dünyanın ozon tabakasına bile kocaman bir göz bebeği çizdiler,
bir göz bizi hep yukarıdan izliyor diyebilmek için.
yirmi birinci yüzyılın kadınlarına ayak uyduramadı kadın, ve çirkinliğini benimsedi.
saçların ıslaklığı şehrin tüm isini içine çekti.
balkondan havlusunu silkeledi ağzında yarıya gelmiş sigarası.
sigara bu yüzyılın yemeğiydi, bundan sonrası insan etiydi.
insanlar birbirlerini yeme düşüncesi altında birleşecek, dünyanın sonu yirmi üçüncü yüzyılda gelecekti.
kadın balkon demirlerine dayadı dirseklerini.
aşağıdan bakınca gıdısı belli olmuyordu kadının, varsa da yakışırdı tümlüğüne.
fabrikaların siyah dumanlarına karşılık güzel gösteriyordu sigaranın beyaz dumanı dünyayı.
kadın güzel görüyordu makyaj çirkinliğini ve ciğerine çektiği duman sayesinde, yüzlerdeki rujla boyamıştı kalbini kırmızıya.
yüzünde anlamsız bir gülümseme.
yanlış yüzyıla düşmesinin nedenini soruyordu gökyüzünde görebildiği griliğe.

18 Kasım 2015 Çarşamba

ısıttıkları yataklarında rüyadan rüyaya koşanlara lafım yok,
yaşasın yatağında ağrı çeken uykusuz dostlar!
güneşin bulutların arkasında kalmak istediği günlere uyanmayı bekliyoruz.
gerçek bir uyanış, gözlerini açmak, çapak değerindeki insanları elinin tersiyle bir daha hiç fark etmediğimiz bir yere itmek.
bu kadar insanın okuduğunu bilmek bu yazıları açıkça söylemek gerekirse garip hissettiriyor. Bir çok beyin bir çok his, uyku öncesi huzursuzluğu oluyorum insanların.
ve bu yarattığım huzursuzluk morundan memnunum.
insanlardan intikam mı alıyorum acaba bu şekilde? Yani şöyle oturup düşününce acaba ben kotu hissediyorum onlarda kotu hissetsin diyerek mi yazıyorum bunları.
yok hayır, hayır zaten kimseler bilmeden önce daha karanlık daha mordu kalemim, nedeni böyle bir şey değil.
kalemim mi? Ne ara edebiyatçı oldum acaba ben. Kendine gel küçük kız sen matematik öğretmenliği okuyan ve günlerce bir sınıfta matematik dinleyen ot sürüsünün memnuniyetsiz bir koyunusun.
"matematik insanı tek düzleştirir hocam. yok öyle sayısal zeka hayal gücünü geliştirir masalına inanmak. matematik insana kurallara uymayı ve kuralları kabullenmeyi öğretir. matematik sistemin köpeğidir."
hocamla konuşmak iyi gelmiyor son görüşmelerden sezdiğim bu.
benim iyice kendimi mahvettiğimi düşünüyor.
insanları umursamamayı öğretmeye çalışıyor bana hemde uyuşukluk sağlayan hapları kullanmam için beni ikna etmeye çalışırken.
bir kaç kimyasaldan öte bir beynim var, isterseniz onu kullanayım diyorum fazla düşünmemden şikayetçi oluyor.
değişik bir adam ya, fakat her insan gibi o da savaş yaratıyor.
ah bu insanlar, çok güzel savaşıyor.
ha bu arada sigarayı bırakma kararı aldım. ciğerlerim teklemeye başladı, sağlığımı kaybetmek istemiyorum. daha sinirli bir bana merhaba deyin.
neyse zaten sigaraya para yetiştiremiyordum, fakir bir ailenin okuyan çocuğuyum ben.
bunun vicdan azabı bile yeterli ciğer teklemelerime neden olmak için.
vicdan.
vicdanlı olmak zayıflık ve kullanılmayı mı getirir beraberinde yoksa erdemli insan olmak mıdır?
tanrı sevdiği çocuğuna acı çektirirmiş yalanına inandırıyor musunuz kendinizi katlanmak için vicdan acımalarına?
telefonu tutarken serçe ve yüzük parmağım uyuştu, sanırım bu kadar saçmalık yeterli.
kulaklığımdaki şarkı hala pili bitmemiş vicdanlarınıza gelsin.

17 Kasım 2015 Salı

bir adam bıçakladı bir kadını sütyen askısı izinden,
yılların oluşturduğu derinliği bir anda uçuruma çevirdi. 
cinnetle cennete ulaşmak istedi belki de,
ve cennet bir sürü elin değdiği sütyen askısının izinden öteyi görme isteğiydi.
perde aralığından gördüğüm sarı sokak lambaları dolu bir su şişesi yardımıyla gökten düşürdüğüm yıldızlar oluverdi.
can yakma isteğiyle dolu bir adamın aynası olmanın verdiği yorgunluk, kadının rengini beyaza çevirdi.
göz altı torbaları mor, göz kapakları düşük bir kadın.
kadın, kadın ne desem yavan.
seslere odaklan, yavaşça ritme uy.
benliğinde boğul.
cennete varmasına izin vermeden kimsenin, beynindeki sesi susturmak için bıçakla kendi askı izini.


10 Kasım 2015 Salı


"kahverengi boyalarla çizmiş, boynuna dokunduğum parmaklarım, beyaz tuvali anımsatan porselen fincana.
saç uçlarına kadar ezberlemiş, yüzündeki benleri sayabiliyor gözünü kapatınca.
korkarım ben, korkağın tekiyim aslında, yüzünü görmeye çekinmişimdir hep.
ilerde hatırlamam belki dişlerini sıktığında çenende oluşan o sevimle tümsekleri.
hatırlamam tabi. kaç yüz hafızama kazınmış ki? çizilip karalanmış hep."


hayatına girmiş tüm kadınlardan nefret ediyorum adam. ne kadar kötü kadınlar yaşamış bu şehirde, ne melanet bir havası var bu isli gökyüzünün. İsine bulamış tüm kadınlar seni ve savaş boyalarını bu islerle tamamlamış gelmişsin bana.
beni sana zamansız gönderen tanrı babanın bir bildiği var mı?
acıyorum sana. acınmaktan nefret edersin bilirim, sen diye yapmıyorum ki bunu. kendim gibi acıyorum sana. kendimden öte tutmuyor, ayrı bir yere koymuyorum seni, benim gibi hissettiğini gördüğüm günden beri.
insanların tamamen kötü düşündüğünü göstermeye çalıştın haftalarca. "bak bunlar insan, bunlar beyinlerini alet ederler kötü düşlerine!" güzel dedin canına yandığım. iyi dedin hoş dedin de, küçücük bir kutunun içinde gördüğün bu. bundan başka yerler başka insanlar, başka düşler var. evet insanlar her daim kötü, freud babamızın üçüncü seçeneği. kaç yaşında gördüm ben bu kotu insan yüzlerini, ne zamandır tanışıklığım var düşleriyle bir bilsen. Maskelerimiz güzel. Yok öyle 'ya olduğun gibi görün yada göründüğün gibi ol', kim göründüğü gibi olmuş şu dünyada. Sen yeterince yalın mısın insanlara? Ruhunun kapalı kaldığı cam fanus çiziklerle dolu seninde. Hadi görün şimdi olduğun gibi, berraklığını göster insancıklara! yok sesini sevdiğim, yok.
ne benim savaşmaya hazırlanmak için savaş boyam ne de piyonumu hareket ettirmek için gücüm... hiç bir şeye mecalim yok. manası yok.
farkındasın. farkında olmak. canımı yakabileceğin bütün kozlar elinde ve vurucu hamlelerine yavaş yavaş hazırlık yapıyorsun. beni nasıl yıkacağını çok iyi bilen bir adamsın sen, farkında bir adamsın. ki ben tüm samimiyetimle çıkardım kafamı cam fanusun içinden. oysaki oksijen ciğerlerimi yakarak öldürürdü beni, ve sanırım oksijen olup içime dolmanı göze alan bendim.
hayatına giren tüm kadınlardan nefret ediyorum. o kadınların intikamını alıyorsun benden. benim bu denli nefret dolu bir adama şefkatle karşılık vermem, acınası, sanırım. diyorum ya kendime gibi acıyorum diye. o zaman ne diyelim, acınası halimize!

9 Kasım 2015 Pazartesi

poşeti açılmamış dergim yastığımın altında günlerdir. ve ben günlerdir bir şeyler için oradan oraya koşturuyorum. günlerdir mükemmel bir koşturmaca, mükemmel bir savaş. ve ruhumun itilaf devleti savaşmaktan yılmıyor, usanmıyor. ölmesini göze aldığı yüzlerce askeri var zayıflığım karşısında. kötü bir insan gibi görünmek mi daha güçlü kılar insanı ya da zayıf bir ruha sahip olduğunu hissettirip karşındakini kandırmak mıdır güçlülük? yazık bize. biz güzel ve yorulmak üzere olan yalancılarız. gerçekten sıkılmıyor muyuz bundan? ben git gide yorulduğumu, yavaş yavaş çöktüğümü hissediyorum. ve her çöküş bir diriliş. biten başlar, başlayan biter. göz açıp kapayıncaya kadar yavaş geçen bir sürede tüm günüm. neler hissediyorum gün boyu? mutlu ve mutsuz olabileceğim nedenlerin listesini mi tutuyorum beynimin bir köşesinde. aniden gidiyorum arkamı dönüp, her şeyi çıkarıyorum görüş açımdan, yüzümü denize dönüp gözlerimi kapatıyorum. karanlığımı bölmeye yetecek kadar güçleri yok sokak lambalarının denize vuran ışığının. ben bir adamla denizin ortasından şehri izliyorum.
hep "bir adam" deyip duruyorum. kim ya bu adamlar? adamlardan tiksiniyorum, kadınların zaten nefesi nefret kokar. ben kendime bile acıyarak sesleniyorum.
kahvemi termosta unutmuşum üç gündür termosun içinde ve açıp temizlemeye gerçekten üşeniyorum. kıyafetlerimi yıkadım astım, kurumuşlardır elbet, kıyafet asacak birileri toplayıp fırlatır ütü masasına diyerek onları da toplamıyorum.haftalardır yeni bir şarj aleti almaya gitmiyorum, fakat her gün sigara yakmak için balkona çıkıyorum. arada bir oksijende kaçıyor ciğerlerime, nasıl mutludur ciğerlerim açık tenlerine.
hissedişler köpek derisi. aç kalışların miyavladığı zamanlar. bir adamla satranç oynayıp ona bilerek yenilmek gibi kedi sevmek. bir süre sonra sıkılıyor insan ve her tarafına kedi tüyü bulaşmış oluyor. kedi kokusu siniyor. ben sen kokuyorum bazı günler. kim kokuyorum ya ben? hangisinin kokusu bu? hepsinin kokusunu hatırlıyorum, tam bir sıfat veremiyorum ama hatırlıyorum. son zamanlar senin kokun burnumu hedef seçmiş olacak ki başımın etrafında dönüp duruyor. sen erkekliğin öldüğü sofradan tanrı babayla konuşuyorsun. baba, kızını yıkan bir adamı dinlemeye utanmıyor musun? gece yatarken kendine acıyan bir adamı evladın olarak bağrına basıyorsun değil mi, küçük kızın ağlasın bir köşede. küçük kızını sevmiyor kimse.
baba kelimesini ne çok kullanıyorum bu günlerde. karşı karşıya gelmek ya da gelmemek işte bütün mesele bu. katlan köle, sırtında kemer izlerine rağmen katlan, tanrı babanın kırbacı bu.

8 Kasım 2015 Pazar

küçük bir çocuğun attığı tokat oldu akşamın bir saati.
benim gözlerimdeki sise sinirlenip kendi renkli dünyasını sundu.
içimdeki kötü hisler kraliçesine emir cümlesiyle hitap etti;
"ya çık dışarı göster kendini, ya da kimsenin seni göremeyeceği bir dağ başına yerleşip ölümü bekle."
savaşmayı göze alan deli cesaretine hayranlıkla bakıyordum.
"yaşlandığında bu cümleler aklının ucundan geçmeyecek çocuk" demek renkli gözlerine toplu iğne batırmak gibiydi.
ve ben ne kadar üzülsem de vicdanlı bir anne, kendini küçük bir çocuktan dinleyen,
soysuz bir ailenin ilk çocuğuydum.
tanrı baba soysuz bir adam mıydı?
üzerime sinen sigara kokusundan zevk alan bir kadın tarafından öpüldüm geçen akşam, ve bedenine bakmayıp yüreğini büyüten çocuğun sigara dumanından kaçışına yardım ettim.
insanların içi boş cesaretleri vardı, diğer insanlara bağırıp düzene sövüyorlardı.
sadece aciz bir kadın sıyrılabildi, insanların gizlendikleri cesaret derisinden,
sevgiye duyduğu ihtiyaç duvarını yıkıp her bedene tat bıraktı kendinden.
benden daha cürretkardı.
benden daha istekli,
benden daha zayıf.
sarılıp ağladım halimize.
halimiz deprem sonrasıydı.
gökyüzü kırmızı, ay tedirgin, adam düşünceli, gözlerim dünyayı göremeyecek kadar sisli.
adamların fındık kabuğundan korkmasını düşündüm, denizin ortasında bulmasını kendini.
gizledikleri şeyleri söylemek istemelerini.
korkuları vardı hepsinin.
biri diğer insanların yüzüne vurarak kaçıyordu,
biri düşünmemek için kucak değiştiriyordu.
sadece küçük bir çocuk gökyüzüne bakabiliyordu.

3 Kasım 2015 Salı

ah güzel dünya!
sen kalk çırpın merdiven altlarında.
ve karşıma geç konuş minyon bir kadının ağzından.
en sevimli ses tonunla konuş benimle!
kabullenişlerim yavaş sürsün, unutayım konuşurken hayran kaldığım yüz hatlarını.
bir kadın jiletle kesti çocuğunun kordon bağını.
pembeden kahveye dönüştü gökyüzü.
toz bulutlarında kayboldu, bir kadının ciğerlerine değmiş sigara dumanı.
kadının yüzünü kaybetsin istedim beyaz duman, hayalet olsun ve onu sarsın istedim.
koylarında mutlu etmek için çalıştı adamlar, kendi mutluluklarını hiçe sayarak. ve sessizce vefa borcunu ödedi adam kerhane girişinde.
mektep mi deniyordu böyle yerlere?
beyinleriniz penisleriniz kadar ağır değil erkek müsveddeleri!
beyinleriniz karnınızda gün ışığını görmek için bekleyen bir bez kandan daha fazlası değil makyajla gizlenen varlıklar!
ben bir adamı anlattım beyaz duvarları olan bir odada. beyaz duvarlardan tiksiniyorum hocam.
kurşun kalemi alıp karalasam ya duvarları?
bu da mı yasak hocam, yıkmak istiyor canım tüm duvarları, mezarları yakmak istiyor, cansız bedenin kokusunu duymak istiyor.
yapamaz mıyız hiç birini, sevmemiz mi lazım bu yapmacık bedenleri ve onların iğrenç düşüncelerine alet olmalı mıyız?
karalayalım bedenleri, siyah çarşaf altında jartiyerle dolaşan kadınlar gibi olsun bakışlar kurşun kalemimin izinin ardından.
belki de siyah diye seviyorum sahneyi, ve gördüğüm tek ışıkta buluyorum tanrıyı.
boşverin diğer oyuncuları, güçsüz ve korkak hepsi, beynini tüm iğrençliklerle doldurmuş birer saman yığını.
kahrolsun insanlar!
kahrolsun rezillikleriniz!
ben tanrı babanın küçük kızı olarak öleceğim sizin uyuduğunuz bir sabah.
yataklarınız çok rahat değil mi?
batmıyor mu size de dikenleşmiş tüyleriniz veya korkmuyor musun kendinizden.
tiksinmiyor musunuz gerçekten?
neden gözlerimi açık tuttun baba, ya da neden sokak lambalarını diktiler bu sokaklara
ve ben sokak lambalarından uzak bir köprüden geçerken yıldızlara bakarak öptüm güzel adamı.
güzel adamlar, ne zamandan beri sıyrıktı tatsız derilerinden?
çok mu soru soruyorum tanrı baba, gözlerini açtım neden soruyorsun hala diyorsun değil mi?
göz kapaklarımın şişliğinden göremiyorum sanırım ve artık sarktı göz kapaklarım, buruşuk bir kadın oldum sigara dumanının gözüme kaçtığı günden.
güzel baba, bu son can yanışı.
bir daha öldürmez beni kahrolası oyunbaz beyinler.
umutları köpek maması kabına koydum bu gece, ufalayarak.
sabahın beşini beklerim ağlamadan, sigara içmeden ve düşünmeden.
düşünmek öldürüyor baba.
bu gölde mutlu olan insanlar arasında, okyanusa açılma cesareti gösteren beynim bir kaşık hüzne boğuluyor.

1 Kasım 2015 Pazar

iyi niyetin salaklık olarak görüldüğü günlerdeyim.
ve bazı şeylerin görülmediği.
ne ben görebiliyorum ne de kirli sakallı adam.
çabalarımızı görmeyecek şekilde kapamıştık gözlerimizi ve kendi bildiğimiz notaları okuyorduk.
sarılmamızı izlemek için çekirdeği hazırlıyordu tanrı baba.
biz babamızın sözünü kesip birbirimize bağırıyorduk, yan masada.
benim çocukluğuma kızıyor, onun büyüklüğünden korkuyordum.
evet, çocuk diye bahsettiği bendim,
ve o hiç bir zaman öğrenemedi ses tonundaki değişimden neler olduğunu anladığımı.
belki de böyle bir şeydi,
görünmez bağlarla bağlı olmak.
biz biraz ileri gittik sanırım bu bağlarla kuklacılık oynarken.
bedenim özüne dönmek istiyor, toprak ana açmış kollarını.
ben bedenime sahip çıkıyordum.
diğer insanlar mutluydu, korna sesleri geliyordu biz birbirimizi yerden yere vururken.
"aşk bize göre değilmiş" cümlesi beynimin koridorlarını turlarken, bir kadının çığlıkları geliyordu yoldan.
bir pezevenkle aynı masaya oturmak gibiydi,
ve onun kafasını o masaya vurarak kırmak istiyordum.
başıma vuran bıçak saplantısı ağrısındaki bıçağı alıp onun yüzünü kesmek istiyordum.
kendimden korkuyordum.
korkacak kadar güçlü ve hiç kimseye sığınamayacak kadar zayıftım,
insanlar kötüydü bilirdim.
bir sen iyisin be aysel. 
merhaba aysel, merhaba. balkondan el sallıyorum sana.
kızıyorsun değil mi sende bize?
şiirin sonu gelmeden başa sardım yol boyunca,
sevdiğini duymamı istemezdi zaten.