29 Mart 2016 Salı

Bir hafta önce, tam kendime gelmeye başlarken "erkek arkadaşın var mı?" diye sordu. Çok yumuşak sesli bir kadındı ve ellerini ellerimden hiç ayırmıyordu. ayılmaya başlamamdan kaynaklı sürekli verdiğim klasikleşmiş cevabımı verdim. Yüzümü yıkamaya gittiğimde, yanımda daha önce hiç görmediğim bir kız vardı gülümsüyordu. Benim iyi hissetmem için yapıyordu bunu. İnsanların o korkuyu atmaları ve üzerime gelmemeleri için bende kendimi oldukça sıkıyor bir an önce bu yaşanılanların unutulmasını istiyordum. Hiç istemediğim bir yerde ben vücudumu bırakmak için çabalıyordum. Elimdeki biriktirdiğim suyu yüzüme döktüğümde, fark ettim ağlamıştım. Yüzüm yanıyor, gözlerim kızarmıştı. Sesini beğendiğim kadının cümleleri geçip duruyordu beynimde. Aklıma çok sevdiğim bir adam geliverdi. Latif`i yıllardır seviyorum. Sevmek, artık insanların iğrençleştirdiği bir sıfat ben onu sevmiyorum. Onun varlığını hissediyorum. Aklıma gelince öyle, mesafelerin varlığına sövüp gecenin üçünde çıktım yola. Ben ne deli karıyım aslında. O ne deli bir adamdı. Onu görmem gerekiyordu. Ben onu sevmiyordum, aşık değildim ama geçmişimdeki bütün güzel hisleri bu adama yüklemiştim ona, kendime sarılmaya, sarılıp uyumaya ihtiyacım vardı. Tüm iyiliklerim duvarındaydı, küçük yastığına ağladım gizlice ve gözyaşımın da onda kalmasını istedim. Bir çok ben, onda kalmalıydı. O bana sarılıp uyuyabilecek bir adamdı ben ışıksız olmak isterken onun öğrettiği gibi.gittim, gitmek zor değilmiş. Gitmek güzelmiş... Şu siyah beyaz balıklar gibiyiz, bazen yer değiştiriyoruz ama birbirimizden başka yöne yüzmüyoruz. O yanımda olsa da olmasa da bağlılığım baki, en özümden sevgim bu. Ve bu sevgi bana kendimi getirecek güçte.

28 Mart 2016 Pazartesi

Düzende bazı dönemler vardır, iniş ve çıkışların ritimlerinin arttığı dönemler. Kendisini kobay olarak kullanan ve bu kobay yönünü hiç sevmeyen bir kimyager gibiyim. Denek olan yanım, saf ve tüm bu kendini kaybedişleri yaşıyor. Ellerini yitiriyor gözlerini yitiriyor. Nefesi düzensizleşiyor. Her şeyden bihaber diğer kontrol düğmelerini elinde tutan yanıma karşı durduğunu düşünüp aslında onun emirlerini yerine getiriyor. Bu hapsolmamdan gelen bir şey. Bu şehre, bu kuşları izlemeye, bu suda yıkanmaya, her gün barbunya yemeye, beyaza yakın bir deniz kesintisinin manzarasını izlemeye mahkumun. Hasta bir kadının suratına bakarak uyanmaya mahkumum. Gitmek istiyorum, bıngıldağımdan seviyor beni tanrı. Gözümü kapattığımda sol kulağımın yanında kocaman bir hoparlör koyuyorlar, ve orada en güzel şarkılar çalıyor, biraz dinledikten sonra ben dah müzik açmamıştım ki dedim ve gözümü açtıkça şarkıyı söyleyen kadının sesi azalıyor. Yorgan çok ince. Peki tüm bu sistem, bu deneyler niçin var olmuş, niçin yaratmışım bu düzeni ve kendimi ölüme yakınlaştırmak istiyorum. Normal bir psikolojinin ürünü değil bu, ben acı çekiyorum. Acıyı en derinimde sinir uçlarımda ve gözlerimi kör edecek derecede başımın içinde hissediyorum. Deneyimi hayranlıkla inceleyen bir bilim adamı ve korkudan çığlık atmak isteyen bir aracım. Kendimi tanımak için kendimi kanatıyordum ve vücudum yani kontrol düğmelerini elinin altında tutan yanım, kanatmak senin sadece gözle görmeni sağlar dedi ve iç organlarıma kadar beni tanıttı. Sigara ciğerlerimi belirginleştirdi, yemekler midemi ve mideme giden yolu ezdi. Böbreklerim ağırlığınca taşladı, şeytan varmışcasına karşısında. Ben buna kontrol edemiyorum demiyorum. Kontrol edebileceğimi biliyor ve çabalıyorum. Ama içimi hissetmenin verdiği haz beni büyülemiyor da değil. O yüzden diyorum bir dönem diye, iniş ve çıkış. Durdurabileceğimi biliyorum, bunu yaptıktan sonraki gücümü hissedebiliyorum. Sorgulayıştan vazgeçmiyorum. En içtekini göstermek istiyorum, bütün hepsini anlatmak istiyorum yıllar boyunca süre gelen o muazzam ifade isteği atalarımdan kanıma geçiyor ve benim damarlarım sayesinde sarıyor.
Konuşmak istiyorum, Daha sakin ya da ayık kafayla değil. İstemeyeceğiniz bir istekle. konuşmak istiyorum. Ani titremelerime mantıklı cevaplar vereceğinizi biliyorum, yada hızlılaşan ritimsiz nefes alışverişime. Elini omzuma koyma cesareti gösterebikmiş tüm insanlardan nefret ediyorum, omzumdan diken çıkıyor. Keşke ümit edebildiğim kadar anlayabilseniz beni ve keşke her şey hayal kadar güzel, sarhoşluk kadar gerçekçi olsa. Ne kadar çok duygunuz var, keşke görebilseniz, iyiler mağaralarından rastgele çıkıyor, kötüler aynanın yanındaki suretler arasında. Cidden insanlara farklı suretler mi tattırıyorsunuz? Siz cidden bu tadı çok mu sevmiştiniz? Beynimin aktığı hissediyorum. Ölümün gerçekliğini hissediyorum, insanların umursamadığı her an. Onlar düşünmekten kaçtıkça ben yetim bıraktıkları korkularını seviyorum. Bu şehirde kadınların yüzünde bir karartı var.

25 Mart 2016 Cuma

Konuşabilmemiz için alkol almamız gereken bir dünyada yaşıyoruz artık. Mantıklı, konferansta kullanılan cümlelerin ötesindeki cümleler için gerekli bu. Duygu dolu olabilmek için. Hissedilmeyen vardır yıllar boyu. Güzel bir karın ağrısı. İç konuşmamın sesini buluşu. Ben yıllar boyu bağlıyım. Parmaklarımla boyadom portakal ağacını. Yer değiştirdik. Dünya değiştirdik.

22 Mart 2016 Salı

parmaklarımın dinç kalması gerekiyordu, hissettiğim parmak uçlarımla hissetmediklerimi sıkmaya çalışıyordum. tüm parmak uçlarım uyuştuğunda avuç içimi parmaklarıma sürtmeye başladım. ellerimi neredeyse kırk iki dakika boyunca ovdum. parmaklarım ve avuç için kızarmıştı. başımı nefes almak için kaldırdım, iç güdüsel bir şey bu. insanlar başlarını kaldırdıklarında daha derin nefes almaya başladıklarını düşünürler, ya da ben gözlemlediğimden bu saçma sonuca vardım. ki eğer doğruysa, insanlar böyle zannediyorlarsa insanları itici bulmakta sonuna kadar haklıyım. her nefes almak için başımı kaldırışımda insanların sayısı daha da artıyordu. insanların orada olması ellerimi daha çok sıkmama, dudaklarımı ısırmaya başlamama neden oldu. dudaklarımı hissetmiyordum. dudaklarım narkozun etkisindeymiş gibi uyuşmuştu. insanların sesleri artıyor daha çok ses geliyordu. kendimi sıkmanın etkisinden midir bilmem, bir anda tüm yüzüme yayıldı. gittiği yolu hissedebiliyordum. gözlerimin çevresinde dolaşıyordu. korkutucuydu. gözlerimin çevresindeki uyuşma daha çok telaşlanmama, daha çok telaşlanmam ise biraz daha ilerlemesini sağlıyordu. başım hala dönüyor. ben bu dünyada yaşayamayacak kadar ara bir yoldayım. ne bir patikayım ne de otoyol kenarında duran kadının elindeki sigarayım. insanlardan kaçmak için güzel bir gün, bahçede tütsü yakıp sigara içmek istiyorum, ayakkabılarım bir kenarda kalsın. bedenimden tiksinen ruhum mola vermek istiyor ve ben bir saat altı dakika boyunca onu bedenimde tutmak için savaşıyorum. çok yorgun hissediyorum, gökyüzü ve deniz. bu kurak sarı toprak yerine gökyüzü ve deniz istiyorum. aslında güzel olan gökyüzü ve deniz değil, benim onu istiyor olmam. bu benim hissim, gökyüzü ve denizin benim olması pek de önemli değil.

19 Mart 2016 Cumartesi

annemin ve annemin yakın arkadaşlarının gözlemlediğim tedirgin tavırlarına içten içe hep karşı çıkardım. hava karardığında evde olmamanın verdiği tedirginlik içime işlemiş ve alışkanlığım haline gelmişti. yoldan bir erkeğin adım seslerini duyduğumda koşar adım en yakın caddeye yürür başımı yerden kaldırmazdım. böyle yetişmiştim, kıraathanelerin önünden geçilmezdi, erkeklerle tokalaşılmazdı. ki benim erkek olgusuna olan uzaklığım ve hayatımda erkek rolünü üstlenecek birinin olmayışını da göz önünde bulundurduğumda, erkeklerin benim için korkulacak veya yaklaşılmayacak insanlar olması çok doğal bir sürecin ürünü. annemin çok küçük yaşlardan beri dediği bir cümle hayatımdaki bu korkunun az da olsa hala yaşamasına neden oldu, bu cümleyi her yolda yürüyüşümde hatırlarım, "tenhada yürüme kızım." ki benim gibi bir sürü kız çocuğunun, hatta erkek çocuklarının duyduğunu düşünüyorum. ve yetiştirilişimden kaynaklı olan bir şey daha çocukların bir cinsiyeti olduğuna inanmıyorum. çocukların kendilerini savunamayacakları apaçık. peki tek kendini savunacak insan topluluğu erkekler mi? erkekler rahatlıkla gezebilecekken gecenin bir saatinde, kadın hava kararmadan evinde mi olmalı? yirmibirinci yüzyılda olmamıza ve benim yirmi yaşına yaklaşıyor olmama rağmen tenhalarda sapıkların organ mafyalarının olduğu düşüncesi beyinlerden silinmedi aksine sapıkların, kötü niyetli insanların sadece tenha yerlerde olmadığı da açığa çıktı. artık eve gitmek için bindiğimiz otobüste bile tecavüze uğrayıp öldürülebilir, sevdiğimiz adamın gitar kutusuna sığmak için parçalanabiliriz. baba diye bildiğimiz öğretmenlerimizden her an her şeyi bekleyebiliriz. ha bir de, hani şu vicdan olgusundan bi haber olup "biz dindar insanlarız." diyerek diğerlerini ayıplayanlar var. rahat olduğu için birini ayıpla sonra git kırk beş savunmasız çocuğun hayatını karart. aranızdan abarttığımı düşünen oluyordur elbet, ne hayatını karartması ya daha çocuk yaşta çabuk atlatır diyeniniz vardır. umarım tacize, veya tecavüze uğramanın ne kadar acı sonuçlar verdiğini kendiniz hissetme fırsatı bulursunuz da sessiz kalmamanız gerektiğini öğrenirsiniz. ben öğrenciyim ailemden uzak bir şehirde, ve annem artık beni aradığında "ne olur ne olmaz kızım fazla kalabalık olan yerlerden gitme." diyor. ne değişti ki şimdi demeye kalmadan, lise öğrencisinin unuttuğu bir çanta için şehir merkezinden bomba imha ekibinin gelmesini bekleyen polislerin tedirginliğini görüyorum. "hanımefendi yolun bu tarafından yürüyün.". uyanıyorum, saat 10.58. kahvaltı falan derken zaman geçiyor. internetten öğreniyorum, ölü ve yaralı sayısı günden güne artıyor. bir yerden tanıdık geliyor bu durum küçükken haberlerde şehit sayısı yazardı. "dağlarda hainlere karşı duran mehmetçiklerimiz.." derdi sesi soğuk olan kadın. şimdi evine dönerken benim arkadaşım ölüyor. sevdiğim adamın ismi yazıyor ölenlerin arasında. ben aldığım nefesten utanır hale geliyorum, birileri bu sırada otobüste birini taciz ediyor, birileri bedenini ölümle sarıyor. hayat daha da karmaşıklaşıyor ve insanlar sadece bu karmaşaya ayak uyduruyor. artık nereden yürümem gerektiğini kestiremiyorum, evde duruyor olmam bile tedirgin olmam için yeterli. biz bir şey olmaz ya cümlesinden öteye geçemeyen insan ırkının bencilliğine hayran kalıyorum. "biz ne yapabiliriz ki"ciler var, onlara da şaşırmayacak duruma geldik artık. bir de benim gibi bordo klavyeliler var, benim de tek başıma yapabileceğimin şimdilik bu olduğunu düşünüyorum, vicdanımı koruyarak yaşamak. selam sana yirmibirinci yüzyıl insanı, kusabiliyorsun tüm kötülüğünü insanların ortasına, utanman bile kalmadı artık! kurtulmuşsun tüm yüklerinden!

17 Mart 2016 Perşembe

bunun adı sorgu. bu kitaptaki sorgulama beyindeki sinirlerin gereğinden fazla hızlı olmasıyla alakalı. fazlayız, benim kadar sende fazlasın. seni özlüyorum. seni de. ve seni de. hepinizi birden sevebiliyorum. sevgimin hepsini bir anda tükettiğimi düşündüğüm zamanlar oluyor, sonra tanrı babanın bana bu kadar sevgi vermesini anlamaya çalışıyorum. durmadan sorgulayışım bu yüzden sanırım. seninle sigara içmeyi özledim, ve seninle, seninle de. sorgulamakla geçen zamanlarımın ardından kurguladığım hayatım beni bekleyecek, sonra bir karga güzelliğinde sabaha karşı öleceğim kafesimde. benim için sevinen tek erkeği düşünüp onun yanında hiç olamayışıma selam olsun. bir gün okuyacaksın diye güzel yazacağım, ve sen okuyacaksın diye, bir de sen okursun. okursun bence ya, en azından arka kapaktaki yazıyı okursun. burası benim beynim. hepinizden nefret ediyor hepinizi seviyorum. nefret ve sevgi arasında git gelin hızı, arttıkça fark yoka gider. fark yok olursa, karga ölür.

15 Mart 2016 Salı

kitaplara olan bağımlılığımı biliyorsun, sarı saman kağıdına basılmış, tercihen elli yaşlarında. günümüz dünyasının küçük kız çocuğuyla, geçmişin hanımefendisi arasında sıkışmış bir yerde buldum kendimi çoğu zaman. kimsenin bilmediği bir yokuşun başında ve tüm insanların uyuduğu bir sabahta. küçük bir gökyüzü verdin bana, bir sürü insanın gözü olan bir yatak hazırladın en güzel tavan manzarasına karşı. ağlayarak uyuduğum geceler oldu, battaniyenin altına gizlenip korkudan uyuyamadığım, evinin küçük penceresinden sokak lambasından dallara vuran ışığı izleyerek hayaller kurduğum, telefonda sarhoş bir adamı sakinleştirmeye çalışırken uyuyakaldığım, sarhoş olup üzüm kokusunu parfüm yaptığım... ilk hediyemdi sanırım öküzgözü. şarap içmeyi seven insanlarız biz, küçük bir pencere önünde, tablonun en ufak detayını kaçırmadan. neden ve nasıl kısmını fazla sorgulamıyorum, büyüyüşünü görüyorum, büyüdüğümü biliyorsun. çok güzel yaşlanıyoruz. gönülden istediğine yürüyorsun. ve bana da sende yürümelisin diyorsun. birinin desteğine en ihtiyaç duyduğum zamanda senin cümlelerin dönüp duruyor kafamın içinde. inan, kafamın içinde ağzından çıkan her cümle yankılanıyor. canım acıyarak büyüyorum, ve bu acıya bile şükredip güzel düşüncelere yönelmemi sağlıyor beynimdeki cümlelerin. gözlerim doluyor, sanırım ağlıyorum ama biliyorum hep yanımda olacak bir abim olsun istemiş tanrı. tanrının işine akıl sır ermiyor. ben her şey için minnettarım, her şeyi gördüğümü ve biriktirdiğimi bilmeni isterim. hatalar benim, hatalarımla çiçek açacağım. güçlü bir kadın oluşumu izleyeceksin. "gönülden gönüle bir yol" gönülden gönüle oluşan bir yol için ne gerekir, insanlar birbirlerini içtenlikle sever mi, insan insanlığı bilir mi, bu tür sorular avuç içimde dolaşırdım daha küçük bir kız çocuğuyken. sen benim çocukluğumu da bilirsin. bundan on sene sonra sen benim gençliğimi de bilirsin diyeceğim, hatta dedikleri gibi bir düzen varsa tanrı insanlara ortalama altmış yıl ömür biçiyorsa ve bir çılgınlık yapıp tanrıya karşı gelmezsem senin mezarına gelme gibi bir lüksüm olacak. hem de en güzel buruşmuş halimle, "sen benim tüm yüzlerimi bilirsin." deme şansı.

10 Mart 2016 Perşembe

vicdanımız, ölümü, kadın. bu yazım küçük bir kıza mektuptur, beden yaşı büyük, duyguları küçük yaşta bir kadına... hayatın en güzel hissini yaşıyorsun kadın, seviyorsun. Sevmek, gövdenden yayılan dalları hissetmeni sağlar. Dallarda filizlenen çiçeklerini görürsün teninde. Sen görüyorsun biliyorum, yüzünde aşka dair çiçekler açılmış mevsim sonbahar olsa da. Görüyor, ses edemiyorum. Aynaya bakınca yüzündeki çiçekleri her sabah görüyor olmak sana yaşanası bir dünya kılar. Fakat bu dünyanın en acı veren kısmı, çocuksu bir saflıkta olması. Büyümek gerek. Tanrı, öyle ihtişamlı bir düzen kurmuş ki, insanın gövdesinden yayılan bir acı insanı büyütüyor. Yüzündeki çiçekleri soldurup, içindeki dalları kırıyor fakat seni büyütüyor. Sen büyümekle büyümeyi istememek arasında benim karşımda oturacaksın. Biliyorum ki, kendine herhangi bir büyüklükte iğne batırmayacak ve bahaneler bulacaksın. Kaçacaksın. Küçük bir kız çocuğu her zaman kaçar. Hepimiz büyümeden önce diğer insanların sevgi dediği o ağacı içimizde büyütmüş ve bu ağacı korumak için elimizden geleni yapmış insanlarız. Sen sevginin peşinden güçlü bir kadınsın. Sana saygım sonsuz. Ve bu ağacı korumak için bana yönelttiğin dikenlerini kabul ettim, kabul etmemiş olsaydım dikenlerimizi kılıç yapıp savaştırmıştık aylar önce. Bu dikenini kabulleniş nedenim ise, içimde ağaç yetişmeyecek solgun toprakların var olması ve bana sunacağın bahane dikenlerinin haklı oluşu. Kendini inandırmayı seçeceğin bahanelerin benli kısımlarının doluluğu. Kendini inandırmak isteyecektin, ben hatamı bilip sana geldim yetiştirdiğin ağaca hayran kalıp. Aziz dostum, sana göre dostum demeye bile hakkım var mı bilmiyorum. Ama ben sana iyi niyetle harmanlanmış bir dostlukla yaklaşıyorum. Umarım bir gün neden boyle bir şey yaptığımı anlarsın. Dikeninle yeterince kendimi yaraladığıma inanıyorum, biraz daha büyüyecek kadar yaraladım. Topuklarımdaki uyuşmadan başka bir şey hissetmiyorum şuan, sanırım kök salıyorum! Kadınlığı, bildiğim kadarıyla sana anlatmak isterim. Bildiğimden ziyade yapmaya çalıştığım kadarıyla. Kadın hisseder. Kadın öyle bir canlıdır ki, acı ve sevinçten ziyade bir kuşu, denizi, kıyısına işenmiş binayı bile hisseder. Seni hissediyorum. Samimiyetimi istediğin gibi sorgulayabilirsin, asıl sorguda ben ellerimdeki ufak lekeleri senin dikenlerinle silmiş bir şekilde çıkacağım. Seni hissediyor ve sana kıyamıyorum. Dostun olabilmeyi diledim, yanında olup sana destek olabilmeyi sen güçlü kalmalısın diyebilmeyi. Gözlerini bağlama sakın. Gözlerini bağlarsan o ağaç vücudunun her yerine zehirli tohumlar bırakır senelerce. Gözlerini aç, ve kendini severek içindeki ağacı yetiştirmeyi öğren. Güzel soruların var aklında, saklı çuvalına dolduracağın cevapları bulmak için soracağın sorular. Bunca acıya niye katlandın, neden kabullendin diyeceksin. Senin vereceğin bir cevap güzel kadın, bulacağın ilk bahanen. Orada olmamalıydım, bu benim hatam ben hatamın acısını senin yüzüne oturttuğun ifadenin rüyalarıma girmesine izin vererek çektim. Ben hatamın acısını yaşamadan karşına çıkamazdım. Bu da benim büyüme şeklim, sen büyüyorsun, ben büyüyorum. Umarım ders çıkarıp en güzel kararını verirsin. Ben öyle yaptım. Hayat bize, sınav bizim. İyi niyetini bildiğim bir kadına, vicdanın betonu delme çabaları...

2 Mart 2016 Çarşamba

boynunda portakal çiçekleri açan adam. bu yaz sabah altıda kedileri beslemeye adamıştım kendimi. izmire dair elimde olan tek şey, tek gözü enkaz altındaki siyah küçük kedi ve ona diğer kedilerden gizlice verdiğim ton balığı. geceleri uyumak tanrının, düzenin, en başta yaratılmış olanların bedenimize kodladığı bir alışkanlık. tüm bunlara karşı çıkıp yaz gecelerinde bahçedeki minderlerin üstünde sabahladım. karıncaların içinde gezdiğini duyduğum, belkide kedilerin işediği minderlere koydum saçlarımı. bir iki evin ışığı açık oluyordu bazen. içeride ne oluyordur acaba diye düşünürdüm, ağlıyor muydu içerideki, gizlice sigara mı içiyordu, ders mi çalışıyordu etrafındakilerin ışıktan rahatsız olmasını umursamayarak... yazılar yazıyordum o zamanlarda, hatta paylaşmadığım bir romanımın çok sevdiğim bir karakteri bu yaz kendini bulmuştu. bu kendini buluşta yardımcı ve kendisinin de haberi olmayan muazzam biri vardı, boynunda portakal çiçekleri açan adam. bu karakteri bulmak ve tanımak için her gece birileri olup bahçede sigara içiyordum. o bahçede çok güzel sigara içiliyordu. gizlice termosumdan şarap içmediğimde söylenemez. izmirde şarap içmemek biraz garip olurdu. bu karakterimde yaklaşık otuz beş, kırk yaşlarında bir kadındı, yaşına rağmen oldukça güzel bir kadın. benim kedi sever yanımdı ve bir ressamdı. benim yaşlarımdayken sevdiği adamın apartmanının girişine yağlı boyadan resim yapmış ve bunu bir gecede bitirmişti. sabah adamın şaşkınlığının pişmanlığa dönüşünü izlemek için tüm gece çabalamıştı. sonra bir gün fark ettim ki, bu kadın ve ben bahçede karşılıklı sigara içiyoruz. ona kedileri neden sevdiğini sordum, küçük siyah bir kediye yemek verme bahanesiyle uyumadığı gecelerden bahsetti. resim yapmasının nedenini ise, beynindeki karmaşayı nasıl anlatacağını bilememesinden geldiğini söyledi. hayranlık uyandırıcı bir hali vardı konuşurken. çok zayıf bir kadındı, saçları turuncumsu bir renkteydi. askılı beyaz bir tişörtü ve yeşil şortu vardı. nedenini bilmediğim bir şekilde hayranlıkla ona bakıyordum. yaşadığı şeyleri anlatırken yüzünü izliyordum, anlattığı her anıdan sonra gözü bir yere dalıyor, sigarasını yavaşça çekiyordu. bir anda pişman olup olmadığını sordum. ne demek istediğimi bildiği halde neyden pişman mıyım diye karşılık verdi. "apartmanını boyadığın adamın seni sevmemesine rağmen tüm gece resim yapmaktan, insanlardan soğuyacak kadar içlerini görmekten, sevgilisini seninle aldatmaya kalkışan o adamın arkasını toplamış olmaktan.. iyi bir insan olmaktan pişman mısın?" bu kadar uzun konuştuğumu o sırada fark etmemiştim, telaşlıydım ve bilmek istiyordum. cümlemin sonunda telaşıma karşı durarak gülümsedi. hayır dedi, "ben yaşadım, acıyı hissettim. bir insan ağlamadan iyi kalamaz. iyi kalmak konusuna gelirsek, dünyaya karşı durmayı bileceksin. dünyayı kötüleştiren insanoğludur, doğayla yetinmeyen ağaçları kesip bina diken insandır. yakıp yıkan insandır, öldüren insandır. ben insandan daha üstün şeyleri sevdim, kedileri besledim, mandalina fidanları diktim sevdiğim adamların bahçesine. binaları griden kurtarıp en güzel renklere boyadım.". imrenmiştim, kıskançlık değildi bu. imrenmiştim, ben bu olgunluğa ne zaman erişecektim, ne zaman sevdiğim adamların apartmanlarını tuvalim yapacak cesareti bulacaktım. cesur bir kadındı, acı çekmesine rağmen cesareti hiç yok olmamıştı. "nereden geldin?" dedim. "boynunda portakal çiçeği açan bir adamın boynundan düştüm." dedi. anlamsız bakışlarıma karşılık olarak açıklama isteği duydu. "sen antalyada doğmuştun değil mi? sen üç yaşına girecektin o sene. ben daha yeni doğmuştum. nisan ya da mayıs ayıydı. portakal ağaçlarında çiçekler açmış, arabaların olmadığı uzak yerlerde mazot yerine portakal çiçeği kokuyor. bir çocuk vardı on üç on dört yaşlarında. elinde ilk defa gördüğüm bir şeyle bize doğru geliyordu. hepimiz korkmuştuk, çünkü doğar doğmaz öyle şeyler söylediler ki bize, insanların gelip bizi babamızdan ayırdıkları sonra ölülerimizi biriktirdiklerini söylediler. hatta babamızı kestiklerini söyleyenler de oldu. çocuğun elindeki şeyle bizi öldürebileceğini düşünmüştük. gelip babamızın yanına oturdu. elindeki şeyi kucağına koydu, korkum meraka dönüşmüştü. elindeki şeye vurmaya başladı. öyle güzel bir ses geliyordu ki o vurdukça, ben bundan daha güzel bir şey olabileceğini sanmıyordum. sonra o küçücük çocuk minik parmaklarına eşlik etmeye başladı. daha güzel bir şey olduğunu, o şarkı söyleyince fark ettim. hayranlıkla saatlerce onu dinledik, kardeşlerimle. bizim etrafımıza dolaşan insanlar bu kadar güzel konuşmuyordu, seslerinde ya emretme duygusu vardı ya da sesini duyurma çabası. elindeki şeyi yere koyup ayağa kalktı, gitmeye hazırlanıyordu. üzülmüştüm. gitmesini hiç istemiyordum, burada kalsın şarkılar söylesin hep istedim. çocuk dönüp bize baktı, biraz yaklaşıp üzerinde doğduğum babamın kolunu tuttu. babam benim üzüldüğümü görünce dayanamadı ve ayaklarımdaki bağı gevşetti. o çocuk nefes alırken burnundan içeri girdim, toz tanesiydim her yere usulca sokulabilirdim. babamdan ve kardeşlerimden ayrılmış olmanın hüznünden çok, bu çocuğun bir sonraki şarkısını ne zaman dinleyeceğimi düşündüm. bir sonraki şarkısını yolda giderken mırıldandı, sesinin kaynağının daha aşağıda olduğunu anladım ve boğazına indim. oradaki ses telleri diye bilinen kaslara tutundum. yıllardır oradayım. senin beni şimdi tanıman da bundan, sen çok küçük bir çocuktun ellerin yüzün küçücüktü. seni hatırladım, sen de beni hatırlayacaksın. bu kadar zaman sonra karşılaşmamızın nedeni boynuna kurulduğum adamdan kokumu hatırlaman." paketten bir sigara alıp yaktım. mutlu olduğum zamanların kokusu bir adamın boynundan, ses tellerinden saçılıyordu. şarkıyı başa sardım.