31 Aralık 2016 Cumartesi

bazı günler olur, sevildiğinizi hissettiğiniz. sevilmek, sevmek kadar gerçekçi değil ama gerçekliğine inandırmak istiyor. insan hep bir şeylere inanmak istiyor, umut dağıttığımız insanlar da bunun için mi mutlu olur, içi boş cümlelerimize rağmen. hissederek söylediğim ama gerçekliğini benim bile sorguladığım bir kaç umutlu cümle sıraladım bugün. cümleleri söylediğim insanların kafalarındaki karışıklığı bir parça olumlu yönde ilerletmek için yaptım bunu. kötü şeyler düşündükçe insana yakınlaşıp sigara dumanıyla bir olup ciğerlerine dolar çünkü, bilirim. onlara bu şekilde iyi gelecekten bahsetmek daha sonra hayatlarına hakim olacak kötü şeylerle karşılaştırmalarını geciktirmek yerine, bu kötü dediğimiz şeylerle karşılaştıklarında savunmasız kalmalarına sebep olursa? o zaman ben sahtekar bir insan artığı mı olacağım? bir kaç sesli söylediğim cümleden sonra da yazılı bir kaç cümle dağıttığım. gülerek yaklaştığım insanlardan bir kısmı "paramız yok" dediler, bir kısmı cevap bile vermedi. bazıları, daha önce diğerlerine göre daha az kandırılmış olanlar, okudukları cümleden tatmin olmadıysa itici bir gülümsemeyle teşekkür edip devam etti. okuduğundan memnun olanlarsa daha içten bir ses tonuyla aynısını tekrarladı. yani kısacası alanlardan bir kısmı bu kağıdı biraz ilerledikten sonra yere attı, bir kısmı da bir kaç gün komidinin üzerinde veya montun cebinde beklettikten sonra çöpe atmak üzere eve götürdü. benim iyi hislerim birileri için kötülük doğurabiliyor ve ya birileri tarafından çöpe atılabiliyordu. aslında iyi niyetle söylenen sözlerin kötü sonuçlar doğurması garip, bu aynı iyi insanların kötü insanlardan önce ölmesi gibi bir şey. sahi neden ilk önce iyiler ölür? tanrı gerçekten sevdiği insanı daha önce mi alır yanına "dünya katlanılmaz bir yer orada daha fazla acı çekmeni istemiyorum" diyerek. dünyanın bilmem kaçıncı dönüşünü ağlayarak geçirir sevdikleri iyi insanlar ölen, iyi insanlar. ne saçma bir cümle lan bu demeyin, iyi insanların ölümüne bir tek onları deli gibi seven insanlar üzülür, öylesine seven insanın içinde de kötülük bulamazsınız. ve dünyanın nasıl işlediğinden bahsetti tanrı bugün. olmamam gerektiğini hissettiğim bir yerdeydim, olmam gereken yere geldim ve otuz senedir sevdiği adamı kaybeden bir kadının göz yaşını hayranlıkla sildim. sevmek acı verir belki, iyiliklerimiz kötü sonuçlar da  doğurabilir. ama ne hissediyorsak onu yapmalıyız. yola çıkmak istiyorsan yola çıkmalısın, o sınav kağıdını hocanın yüzüne fırlatmak istiyorsan bunu yapmalısın, sisteme küfretmelisin belki. anneme sıkı sıkı sarılmalıyım mesela. kedileri beslemeyi unutmamalı kuşlar için ekmekleri ıslatmalıyım. seni seviyorsam senin varlığını hissettiğim her an sevmeliyim. gün gelecek, varlığın bitecek, sen yokken de seni sevecek kadar sen biriktirmeliyim kendime.

30 Aralık 2016 Cuma

hayatında önemli olan 5 kişiyi tahmin edebilir miyiz? köpek olsan nasıl görünürdün? hangi havai fişeksin? hangi havai fişeksin ne lan? havai fişeklerin cidden bu kadar çeşidi mi var, ve önemli olan insanları havai fişeklere benzetmekten ziyade bu havai fişeklerin çeşidi mi? "kardeşim seni bi fırlatıyoruz atmosferi deliyon allahıma öyle aykırı bişeysin sen" tarzında cevaplar verin de bari akılları yok ama samimiler be diyelim. zaten şu zamanda samimiyete gerçekten fazlasıyla ihtiyaç var, özellikle yeni bulunan şu "kissenger" aletinin haberini okuduktan sonra. millet kafayı yemiş anacım. neymiş uzaktaki sevgililer öpüşebilecekmiş. bak bak. bildiğin telefonu öpüyorsun be. yemin ediyorum gün gelecek mutfak robotu ayaklanıp anamıza bacımıza hallenecek, onun başlangıcı bu. hani makineler dünyayı yönetecek dediklerinde inanmıyorduk ya, elli yıla bizim yerimize de makineler yaşayacak zaten. insanı robotlaştırma düşüncesi, ilk önce platin bacak gibi şeyleri kazandırdı hayatımıza, sonra kalp pili, işitme cihazı ve benzeri şekilde yararlı şeyler olarak gitti. sonra gün geldi, silikon meme takalım dediler, millet uzaktayken birbirini aldatmasın diye öpüşme cihazı yapalım dediler. ya o adam beni öpmüyor diye beni aldatıyorsa bırakın aldatsın bilim insanı bey amca. sen gidip transhümanizmi kalp pili gibi yararlı işler üzerine yorumlasana. hem bir de adam beni öpmeyecek ki telefonu öpecek. telefon ha. bildiğin. benim çocuklarım benim yaşıma geldiğinde bu cihazı kullanır bizde hiç garipsemeyiz, hatta o zamanlar selfie çubuğu gibi her yerde üç tanesi on liraya satılır. biz çocukken yasemin abla vardı hikmet abi askere gittiği zaman onun resimlerini öperdi. o da biraz sayko geliyor kulağa ama en azından biraz daha romantik. telefonla öpüşecek kadar sapıklık içermiyor. tabi bunun ne önemi var önemli olan dersten yüz üzerinden sekiz alınca çıldırmaman gerektiği ve ya dünyanın tüm derdini tasasını boş verip hangi havai fişek olduğun.

21 Aralık 2016 Çarşamba

seksen beş tane taslak kayıt. seksen beş kere kendimden tiksinmişim, yazmaya dayanamayıp insanları bakkalların önündeki cips rafından çalmışım. ağlama krizlerine çözüm olarak gördüğü balkonda sigara içme seanslarımda günde iki pakete kadar sigara bitirdiğim günler oldu. belki hala günde iki paket içiyor olurdum da param bitti, sigaraya gelen zamlar en çok benim "tanıdık torbacı var mı ya?" cümleme yakıştı. ben seksen beş yazıyı yarıda bırakıp balkonda küflenmiş duvarı pasif içici yaparken, yüzlerce çocuk öldü, insanlar ölümler üzerine boş boş konuşup sabah uyandılar. zaten her sabah uyanmaktan başka şans tanımız güneş bize. kulağımda bir adamın çok yumuşak bir şekilde geber dediği şarkı çalıyor. yazdığım cümleler arasında bir bağ kurulamayacak kadar hızlı çalışıyormuş kafamın içindeki. bu konuda uzman diyebileceğimiz bir hocam söylemişti bunu. onun da hocalığını yok saydılar ben bu seksen beş yazıda pes ederken. b yazdığımda blogger yerine burger çıktığında uymayın diye bağrındığım sisteme nasıl kendimi kaptırdığımla yüzleştim. hiç bir şey üretmedim, ki hala üretmiyorum. şuan bunların hepsi boşuna yazılmış bir kaç cümle. senaryo defterlerini annemin çöpe atmasına izin verdim. yerlerini matematik kitapları doldurdu. matematik, size sadece itaat etmeyi öğretir tek bir doğru vardır ve "bu yolla bu doğruya ulaş" der. belki de Machiavelli'nin dediği gibi ancak korktuğumuza itaat ederiz, ve ters tezini düşünürsek itaat ettiğimizden korkarız. matematik ona itaat etmemizi istediği için ondan korkuyor olabilir miyiz? matematik üzerine bu kadar düşünecek kadar vaktim olmuş meğer, şu dönemde. seksen beş diyordum en son, seksen beş kere birilerine açmak istememişim neler hissettiğimi. belki bu da seksen altı olur bilmiyorum. ama insanlara anlatmak istediğim bir şeyi, onlara anlatmak istediğim şekilde anlamadıklarını gördüm sanırım. bunun güzel bir şey olduğunu söylerler "bir eseri ortaya koyduğunda her insan onu farklı hisseder, sanatın güzelliği de bu!" yok anacım bu değil. ben yazarken yüzümde gizli bir gülümseme oluşturan cümle senin dudağında adam asmaca oynuyorsa, ben yazarken ellerim beynimin kontrolünden çıkıyor ve sen okurken beynin hala kafatasının himayesi altındaysa boşuna hepsi. sadece boşuna yazılmış cümleler topluluğu. sırf insanlar anlamayacak diye vazgeçtim onca yazıdan, sadece ona sarılmanın verdiği güzel hissi tekrar yaşamak için gittim onca yolu. sonra onu da unuttum. her şeye alışır, herkesten vazgeçebilir, hiç kimseyi tanımak istemeyeceğiniz bir hayata hoş gidebilirsiniz.