24 Ağustos 2015 Pazartesi

siyah duvarları oldu kadının.
sigara dumanı gece rüyasına aldığı hayaletleri anımsattı.
korkularını nedensizce sevdi, benim dedi.
kadını, kadın yapan her şeyini sevdi.
tırnaklarının arasında kalan yağlı boya kalıntılarını kapatmak için sürdüğü koyu renk ojelerini,
altları çizilmiş yetmiş yıllık ten kokan kağıtlardaki yazıları,
siyah bir pelerinin altında uzaklaşmasına göz yummak zorunda kaldığı adama yaptığı portakallı kekin siyah duvarlara sinen ve o kadar sigara dumanına rağmen gitmeyen kokusunu sevdi.
aslında hiç var olmayan evine, annesinin karnındaki karanlığı özlediği için geldi.
sevimsiz manzarasında ilk sigarasını tattığı sandalyenin rahatlığını özledi belki de.
ki bu sandalyenin yanındaki tahta sehpada yer etmişti kül tablası görevini üstlenen çay tabağı. Çay tabağı bile kendi olmaktan çıkmıştı sigara dumanının hakim olduğu dünyada.
ve gece, duvarlarından daha turuncuydu.
turuncu gökyüzünden kaçamadığını düşündü kadın, yüzü camdan dışarı bakarken.
siyaha olan aşkından zifire boyadı ciğerlerini, bir nefesle.
külünü desenleriyle oynadığı çay bardağına döktü.
başını eğdiğinde fark etti, gökyüzünü turuncu yapan sokak lambalarını.
üzüldü kadın.
turuncuyken özletmiyordu adamın sakallarını.

14 Ağustos 2015 Cuma

kusursuz bir memnuniyetsizlik sabahın sekizinde duş aldı, yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş ve dev aynasının önünden ayrılmayan kötü ses biriktirmiş bir adamdan sonra. Dinledim onların su seslerini. Saçlarını yıkadıkları anı ya da vücutlarını köpükleme zamanlarını su seslerinden tahmin ettim. Bir ara klozetin çıkardığı ses yüzünden beyaz kapağın üzerindeki sarı damla gözümün önüne geldi. Tavandaki tahtaların desenlerini inceleyerek dinledim onları. Yataktan bir kere kalktım ışığı kapatmak için, gün doğmuştu artık ve ışık yanımdaki pencereden içeri giriyordu. Odadaki tüm çarşafların üstüne memnuniyetsizlik dağılmıştı ve çarşaflar ilk başlarda ağladıkları bu duruma artık sadece göz yumuyorlar, mutsuzluk iniltilerine sığınıyorlardı. Odamdaki perde hafif esen rüzgar sayesinde yatağıma dokunup geri çekiliyordu. Birinin çay suyu koyduğunu duydum ocağa, çaydanlığın birbirine değdiği andaki o metal ses, su sesi, çakmak taşının iç gıcıklayıcı sesi. Evdeki bu kasvetli havanın üzerine birileri çay doldurup sigara yakma derdindeydi.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

hepsi bitiyormuş. sarma sigaralar, dolu küllükler, tanrının sarıyı yakıştırdığı tüm adamlar...
hatırlarım, ağladığında peçete bitmesin diye kirli sepetindeki atletle burnunu silerdi,
beni yıkadığı mavi leğenin başında kirlileri yıkarken söylenirdi her seferinde, kendine.
geceleri ağlardı annem hep, sırf o ağlıyor diye ağlardım bende. üzülmesine dayanamayacak kadar severdim annemi.
ağlayarak uyuya kalmanın hissini öğrendim dört yaşında, hisler öğrenilebilen şeylerse eğer.
dört yaşında camdan bakıp arkadaşlarının eğlendiğini izlemek, izleyen olurdum hep. bir kaç kere gitmeyi denedim ben gidene kadar birilerinin ailesi çağırıyordu ya da hava karardı diye evlerine giderlerdi. ama ben her seferinde boş sokakta bir başıma kalırdım. küçük ayaklarım yerdeki taşların içine sığardı, çizgilere basmadan yürürdüm. 
ayakkabı numaraları büyüyor, acıların hepsi bitiyormuş. bir önceki sıradakinin habercisi oluyormuş.