30 Aralık 2015 Çarşamba

tarot kartlarından kılıç sekizlisi. karta baktım, bahçede otururken. yolun karşı tarafından çocuklu bir anne geçiyordu yanında üç çocuğuyla. hava oldukça soğuktu bugün. küçük istanbul adı verilen bu kente bu sabahtan itibaren kar yağmaya başladı. bende kahvaltıda sırtımı dönüp izlemediğim dolu yağışından sonra vicdan azabı çekip kahvaltımı yaptıktan sonra bahçeye çıktım. ıslanmayacağım bir şekilde ayakta durup sigaramı yaktım. ne diyordum, üç çocuklu anneyi izleyişimi anlatıyordum. demir parmaklıkları var bizim yurdun, güzel mavi bir brandayla çevrilmiş siyah kılıç görünümlü parmaklıklar. çocuklardan biri kızdı pembe montundan anladığım kadarıyla, diğer ikisi de erkek. ağaç dallarında birikmeye başlamış karlardan alıp birbirlerine atmaya çalışıyorlardı anneleri onlara hızlı yürümeleri gerektiğini söylerken. anneleri çocuklarının üşümelerini istemiyordu belli ki, eğlenmeleri mutlu etmeliydi kadını. kadın hiç mutlu değildi ve kaşları çatık iğrenç yüz ifadesiyle çocuklarına bağırıyordu. bunu yolun karşı tarafından görebiliyordum. bu güzel çocuklu aile yavaş yavaş ilerlerken bir şey dikkatimi çekti. bir kaç adım öne geldim ve artık öyle bir açıdan bakıyordum ki her ağaç, her ağaç iki demir parmaklığın arasındaki boşlukta duruyordu. çocuklar bir ağacın etrafında dönüp ondan alabilecekleri karı aldıktan sonra diğer ağaca koşuyorlardı. ve bunu hızlı yapmak zorundalardı, annelerine yetişebilmek için. çok güzel bir görüntüydü, çocuklar ağaçların etrafında dans ediyordu. hayatın en güzel rengini ellerinin arasında tutuyordu çocuklar ve çocukların ellerinde anlam buluyordu en güzel öldürücü beyaz. mikail gökyüzünden gülümsüyordu, fark ettim. benim sigaram biterken çocuklar annelerinin zoruyla, kar yağışının görmemi engelleyebileceği kadar uzaklaşmışlardı. gülümseyerek içmiştim günün ilk sigarasını. parmaklıkların önündeki bidon saksıların birine attım izmariti. karın sigara içinde sönme sesi çok hoşuma gitti. yeni bir tanesini yaktım. çakmağı cebime koyduktan sonra biraz önce çocukların geçtiği yola, yolda bıraktıkları ayak izlerine, kar topladıkları ağaçlara baktım. ilk sigaramdaki mutluluk biraz daha azalmıştı. her nefeste daha da azaldığını fark ettim. sanırım mutluluk böyle bir şeydi, anlık ve umursanmayan. mutluluğa getirdiğim bu sıfatlardan hoşlanmayarak daha da büyük bir hüzne kapıldım. bu sefer beyaz, soğuk tadıyla sarmıştı etrafımı. anlık üşüdüm. yüzümde mutluluktan eser kalmamıştı ve içimde dolaşan sigaranın zehrini hissedebilecek kadar küçülmüş, kaybolmuştum. büyük bir düşüş, soğuk rüzgarın ağır tokadını hissederken ağaçlara bakmak istemedim, parmaklıklara odaklandım. siyah parmaklıklar, bu beyaz tablonun en keskin rengiydi. parmaklıkları saydım. her şeyi sayma takıntım vardır, hastaneye kaldırılmalarımdan bana kalan güzel bir alışkanlık. bilincimin yerinde olup olmadığını hastane lambalarını sayarak anlamaya çalışırdım, ki bu alışkanlığım devam etmekte. parmaklıkları saydığımda gördüğüm tabloda sekiz tane parmaklık vardı. bir anda kılıç sekizlisi gözümün önüne geldi. sevdiğim bir dostum sayesinde tarotla ilgileniyordum, ve şuan kılıç sekizlisindeki gözleri bağlı kadındım. gerçekten güzel bir tablodaydım, tarot kartlarında. kartın anlamına gelirsek, istediğin şeyleri kendi içinde bastırmak demek. güzel görüntü, güzel anlam. bir nefes daha çektim yarılanan marlborodan. yılbaşında kar yağsa da pencerenin önüne oturup izlesem dediğimi mikail duymuş, sesimi birilerinin duyuyor olmasına sevindim. izmariti aynı saksının içine bıraktım.

29 Aralık 2015 Salı

bırakıp gidemezsin, kapıyı kapatıp çıkıp gidemezsin. bu kadar güzel uyuyan bir adamın sakallarını sevmek varken, gece lambasını da kapatıp uyuyamazsın. bıyıklarını seversin, sakallarını seversin, gözlerinin altındaki boşluğu seversin ama uyuyamazsın. uyanır gibi olduğunda ya hiç bir şey yokmuş gibi gözlerini kapatıp uyuyormuş gibi yaparsın ya da sımsıkı sarılıp "dünyanın en güzel yeri"nde olduğunu ona hatırlatırsın. yalan veya gerçek, belki de bir hayal. ama güzel. gereğinden fazla güzel. baksana bana, ben hiç güzel değilim. sen çok güzelsin. sen niye bu kadar güzelsin sevgilim? yanında o kadar kötü kalıyorum ki, senin gitmeni göze almadım, alamıyorum. sana güzelden daha güzel bir sıfat bulamıyorum, gönlü güzelim. iyi uykular yoldaşım, yolum, bir olanım.
bugün bedri abiyle tanıştım. onunla daha önce defalarca konuşmak istedim. fırsat bulamadık. ütü masasıyla kalorifer peteğinin arasına oturup şarjdaki telefonumla uğraşıyordum. teleffonu şarj edecek başka yer bulamadım koskoca yurtta ve tabi altı kişilik odaya iki priz yapıp balkona üç priz koyan zihniyete sövdüm. bedri abinin bir şiirine rastladım. defalarca okudum. ezberleyene kadar okumuşum. sigara paketini alıp balkona çıktım sandalyeyi beş litrelik su şişesinden yapılan devasa küllüğümüzün yanına çektim. arkama yaslanacak şekilde oturdum karadutum, çatalkaram... sigaramı yaktım, çingenem. yıllar önce bedri abi hakkında izlediğim bir oyun geldi gözümün önüne tek kişilik etkileyici bir oyundu. sandalyenin ucuna gelmişim bir anda, nar tanem. ayaklarım parmaklıkların olduğu beton basamakta, nur tanem, sol yumruğumu sağ elimin içine almışım, bir tanem. şiiri ilk okuduğumda bir iğne batmıştı sanki, ve her okuyuşumda içinden biraz daha çıkıyordu siyah dumanlar. sigaramın pamuk kısmı ıslanmıştı. kafamı birden kaldırıp, "nasıl bir trajedi bu?!" dedim. o an hissettiğim acının tarifi yok. yüzünü gördüm birden, sonra sırasıyla omuzlarını, ellerini ve en son kunduralarını. kahverengi bir ceketi var, ceketinden daha koyu bir tonda gömleği. işaret ve orta parmağının tırnakları diğerlerine göre daha sarıydı. şapkasını falan çıkarmıştı gelmeden, gerek duymamıştı takmaya ki takmasını da istemezdim. hayal gücüydü belki evet, ama ona en çok bunu yakıştırmıştım. tabi ceket giymesine de gerek yoktu ama üşümesini istemedim arka balkonumuz biraz fazla esiyor da. geldi bir sandalye çekip yanıma oturdu, sağ tarafıma. manzaramı izliyordu, her gün izlediğim ve izlemekten bıkmadığım güzel, küflü duvarımı. o da benim gibi bir şeylere benzetiyordu küfleri, bak şurada bir kadın var demek istediğimi anlar gibi güldü. ressam adamdı, koskoca duvarda neler neler görüyordu kim bilir. o gülünce ona baktım, urun ve dudak kısmı yandan bakınca Atatürk'ü anımsatmıştı. ne kadar uzun zaman oldu atamızı anmayalı dedim içimden, üniversitede marş okutmuyorlar and söylettirmiyorlardı. hatırlamak güç oluyordu 21. yüzyılda gerçekleri. bir süre koca duvarı inceledik, ne ben konuştum ne o. sigaram bitmişti, yere atmıştım her ne kadar temizlikçilerimiz kızıyor olsa da. camın kenarına koyduğum marlboro paketini aldım, içinden bir tane çıkarıp yaktım, saygıyla uzattım. almadı. camın kenarındaki pakete yöneldi, sol elini siper ederek sigarasını yaktı, tekrar duvara bakacak şekilde oturdu. ilk nefesinden sonra dalgınlaştı. artık konuşma zamanı gelmişti sanırım, ve düşünceler eksik cümleler oluyor toparlanmayı bekliyordu. ilk cümleyi kurmak zordu, onu bu zorluktan kurtarmak istedim. "hoş geldiniz" dedim, saygı ve hayranlık duyuyordum. aslında benim beynimin odalarından çıkıp geldiğini hatırlatacak bir bakış attı bana, ve hemen düzelttim; "hoş geldin ağabey." gülümsedi. bu bana güzel hissettirdi. aradan tek ölçü olan zaman akıyordu fakat ruhlar karşılaşıp konuşabiliyordu. bunun güzelliği o kadar büyüleyiciydi ki. o an anladım neden bedri abinin şiirler yazdığını, neden benim durmadan bir şeyler karalamak zorunda olduğumu hissettiğimi. edebiyattı, dünyada her şeyin modası geçecek her şey dosyalar halinde bir yerlerde saklanacak, ansiklopedilerde yer edecekti, fakat edebiyat insanın ruhunda hep diri kalacaktı. karşılıklı oturup iki kelime konuşabilecektik edebiyat sayesinde, ışığı sesi biz kuracaktık insanları biz giydirip biz soyacaktık, duvardaki küfleri biz anlamlandıracaktık. abi kardeş olabilecektik hissettiklerimizle, kendimizi kardeş ilan edebilecektik. "ağabey" dedim, "ben hissediyorum. ben senin kelimelerinle hasretleniyor, bir adamın sakallarını seviyorum. ben biliyorum parmaklarındaki sararmışlığı, dökülen saçları kabullenişliği, ben niye bu kadar kötü hissediyorum ağabey? göz yaşı tadını biliyor, boğazımı şuradaki gider borusu sayıyorum. sesini duysam yok oluyor, hissedilemeyecek kadar çok hissediyorum. onun hissedemeyeceği kadar, kimsenin hissedemeyeceği kadar ağabey, bir tek senin hissettiğin kadar. senin hissettiğine inandığım kadar aşkı." bedri abimin gözleri dolmuştu, benim çocuksu heyecanıma aldırış etmeden söylediklerimin derinine baktı. benim yaşlar yanağımdaydı. doğruldu, gözlerini karşıdaki duvara çevirdi. dimdik karşıya bakıyordu. benden de bunu yapmamı beklediğini fark ettim. karşıya baktım, ellerimi yanağıma götürecekken en içten ses tonuyla konuştu. "silme kızım, yaş yerlerde yeşerir yeni çiçekler ve güzel baharlar doğacak yanaklarından." silmedim.

28 Aralık 2015 Pazartesi

"sen hiç hüzünlü bir çocuk gördün mü?" bir an gülmeye başladım. ben gülünce o da istemsizce güldü. güzel ve dinlemekten bıkmayacağım hikayeye giriş yapacaktı. bir an hikayenin devamını hemen dinlemek istemediğimi belli edecek şekilde paketten iki sigara çıkardım. ikisini de ağzıma götürüp yaktım. şaşkın bir ifadeyle bana baktı, yine güldü. gerçekten güzel gülüyordu. sigaranın tekini ona uzattım. yan masada o sırada ruhlarımız oturuyordu, benim içimdeki kadın bacak bacak üstüne atmış, dağınık saçlarıyla hoş bir görüntü oluşturuyordu. adam kadını dikkatle dinliyormuş gibi yanaşıyordu bazen ona, ama genel olarak sandalyesinde rahat oturuyordu. ve o an yan masadakiler bizden daha iyi görünüyordu. ben sigarayı uzattığım anda yan masadaki kadın cürretkar tavrıyla "bir de böyle dene" diyordu adama. bir an yan masadaki kadın kadar çekici olamayacağımı düşündüm. yüzümdeki sevimli ifadeden memnuniyetimi kaybetmek istemiyordum. adam sigarayı içine çekti. ve bir kez daha yaptı bunu, ve bir kez daha.. hayranlıkla onu izliyordum. ince elleri hayranlık uyandırıyordu. kendi komik sigara içişimi düşünüp sigarayı uyduruk küllüğe bıraktım. üflerken duman dudaklarının çizgilerinden geçiyor ve bıyıklarının arasından atmosfere dağılıyordu. onun ciğerlerinden, istanbulun rezil insanları faydalanıyordu. gözleriyle küllüğü işaret etti. küllüğe baktığımda az önce unuttuğum sigaram güzel uzun bir yol yapmış ve kendi kendine sönmüştü. cidden ben ona bakarken bu kadar zaman geçmiş miydi? orada oturduğumuz zaman boyunca hiç birbirimize dokunmadık, karşılaştığımızda nezaketen de olsa sarılmadık ve ya tokalaşmadık. karşılıklı oturduk. "seninle susmak bile güzel" cümlemiz o an "seninle öylece oturup çay içmek bile güzel" oldu. yan taraftakiler aklımıza geldi bir an, baktık, sevişiyorlardı. ulu orta. tüm insanların gözü önünde. çok şaşırmıştım, utanmıyorlar mı dedim. hiç kimse yok ki onların etrafında dedi. anlamadım, etrafımızdaki masaların hepsi doluydu, sokaktan onlarca insan geçiyordu. şaşkınlık ve kızgınlığımı garipsedi bir an, benden böyle bir şey beklemiyordu sanırım. sonra benim anlayacağımı bildiği bir gülümseme belirdi yüzünde. anladım. hep bahsettiği gibi, bu şehirde kimsenin ruhu yanlarında dolaşmıyordu.

27 Aralık 2015 Pazar

"tüm grilikleri kazıyacağım kahverengiye basacak ayaklarım, ayak parmaklarımı öpen adamı hatırlayıp ağlayacağım arka bahçede. balkondan bana bakarak içecek sabah sigarasını, ben elleri mandalina kokan adamı özleyeceğim. dünyayı portakal ağaçları saracak, ve bir mandalina fidanının altına gömecekler beni parmaklarım kökleri olacak. meyvesinden gölgesine gelen çocuklarımı izleyip, yapraklarından nefes alacağım. bir adam zatüreden ölecek nemli duvarlı odada ben sıcak bir evde mumları yakmış pencereden dışarı bakıyor olacağım."

13 Aralık 2015 Pazar

adımlarım yavaş, parmak ucunda ve şeytani. ışık insanların bedenlerinden geçebiliyor, gösterebiliyordu içindekileri. adama doğru yaklaştım, oldukça karanlıktı. orkestra biraz daha sessizleşmişti. hiç bir yere gelememiş bir insanın beynindeki iğrenç cümlelerle karşımda duruyordu adam. ben yavaş ve çizikli tahta zemindeki çiziklere basarak yürümeye devam ediyordum. güzel bir gitar kasasının içine yerleştirdiği bardakları doldurmaya başladı. bunu o kadar kendinden emin yapıyordu ki, onun gölgesinin içine sığabilecek kadar küçülmeye başlamıştım. beyaz dantel işlemeli çoraplarım, ayaklarımın üşümesini engelleyemez oldu artık. ilk başta absürd komedi için sahneye çıkmışken, şimdi bir çok insanın gölgesini büyük gören, ve kendi gölgesinin kıymetini bilen ufak bir kız çocuğu oldum.
tanrı baba, istisnasız hepsinin belasını verir misin?

5 Aralık 2015 Cumartesi

ayak bastığın her şehir girişinde, ayak bastı parası alan adamlarla, minibüste indi bindiye elli kuruş alan şoförlerin akrabalık derecesini merak ediyorum. gereksiz bir şeyle uğraşıyorum şu sıralar, bir şizofren yüzünden aksayan işlerim beni sinirlendiriyor, toparlamak için debelenip duruyorum. eskiden öldürdüğü çocukların katili olmaktan hiç utanmayan adamlar aynı utanmazlıkla tokalaşmak için ellerini uzatıyorlar. kadınlar bağıra çağıra şarkı söylüyor sokaklarda. evlerinin balkonlarında yaz akşamları rakı içen göbekli adamlara seranatlar yapıyorlar. ah şu kadınların umarsızlığı, şarkı söylemeyi seviyorlar. hiç bir şey yapmayan bir kadına dönüşüyorum. evimi unutuyorum, hangi yatakta huzurlu uyuyacağım konusunda kararsızım. evet sonunda buradayım dedirten bir daktilo sesi veya sabah uyandığımda gitarını eline almış günün uyanış sigarasını içen biri yok. yağmur yağmaya başladı bu şehre. kış ayından nefret ediyorum. annemde nefret ederdi hatırlıyorum. bu şehir çok soğuk herkesin yüzüne buz tutmuş tükürükleri taş niyetine fırlatmak istiyorum. önce kendimden başlıyorum, sanırsın şeytan taşlıyorum.
içinden çıkılması zor bir kuyunun tepesinde ayaklarım suya değecek şekilde insanları izliyorum. yüzme bilmediğim için tam olarak girmeye korkuyorum. benim ayaklarımı yıkayan suyu içmek için geliyor insanlar. bazen geliyorlar, su boruları kırıldığında, takım elbiseli bir adam deponun başında düğmelere basarak herkesi kölesi yaptığı zaman. zaten hep takım elbiseli birileri bir şeyler yaparak insanları kendine köle etmedi mi? tanrı bu takım elbiseli adamları niye yarattı? tanrıyı da sorgulamak istemedim bugün. tanrıyı sorgulamak? tanrıyla sohbet etmek ona sorular sormak ve cevaplarını bulmak. belki de bir şizofrenimdir bilinmez. ama saygımla sevgisini birleştirip güzel güzel sohbet ediyoruz.
bugün son zamanlarda her cumartesi yaptığım gibi devlet tiyatrosu oyununa gittim. bu biraz işkence gibi. kendime yaptığım ve kendimi terbiye ettiğim. insanlarla konuşmak istemeyişimi dört beş kat katlıyor. bunlardan birine dönüşmek istemek ya da istememek işte bütün mesele bu. gün geçtikçe kırışıklıklar çıkıyor yüzümde, ellerimdeki çizgiler derinleşiyor ve istediğim hiç bir şeyi yerine getirmeden zamanımı, zamanı çok olan insanların beyninde kurduğu şeylerden uzak tutmak için harcıyorum. huzur bulduğum bir kaç yer var. mavi duvarlı bir oda, sarı dış cepheli küçük bahçeli bir ev, ve kendini hiç bir yere ait hissedememe durumu.
insanlar kendilerince gülüyor. duvarda yürüyen örümceği izledim uyandığımda. telefonu almak için yanımdaki sehpaya uzandım, o sırada gözüme ilişti. gerçekten güzel gözüküyordu. keşke insanlara benim görebildiklerimi gösterebilsem dedim.
güzel geçti yani günüm, küçük bir çocuğun gözünden soysuz bir ailenin küçük kızı olarak kahverengilerimi süründüm.


3 Aralık 2015 Perşembe

mezarlıktaki renkli tüller arasından görülen karanlık düğün,
rengimiz belli değil
şeklimiz değişip duruyor, su gibi adamlar oluyoruz.
suya benzemekten nefret ediyorum.
kaktüsün dikeni kendine batıyor,
yolculuklarımızda at koymuşlar yolumuza,
ben yine kendime gülüyor kendime sövüyorum

27 Kasım 2015 Cuma

dünya üzerinde hiç bir yer huzurlu hissettiremeyecek, hiç kimse diğer bir insanın yüzüne bakmak istemiyormuş gibi.
dünyayı ufacık bir şehirden ibaret görmek ne kadar doğru?
insanlar birbirlerinin heykeltraşı ve birbirlerinin putu.
en sonun birbirlerini parçalayarak yiyorlar.
istenmeyen bir oksijen ciğerleri yakmaz mı?
turuncu gökyüzünde sadece sigara temiz hava kaynağı.
ve burada herkes uzayın dünyaya tecavüzü için sigara içerek atmosfere delik açıyor.
insanlar sevişme görmek istiyor, insanlar ilk hatayı o kadar sevmiş ki şeytanı içlerinde besliyor.
tanrıya olan bağlılığa aşk denirken, hatalarına kılıf uydurmak için bu kelimeyi kullanabilecek kadar iğrenç insanlar.
ben hiç kimsenin yanında huzurlu hissedemiyorum.
insanlarla konuşmak istemiyor, onlara ihtiyaç duyuyorum.
kendi penceremden komşuyla konuşmak gibi, bir şey olursa kapa pencereyi, diğer cepheye bakan pencereye bak.
duvarlarının sayısı dörtten ibaret olmasın.

25 Kasım 2015 Çarşamba

aslında tek istediğim insanların yüzüne yüzüne bağırmakmış, insanlara "kendi kanalizasyon borunuzdan duvarlarıma pislik sıçratmaya çalışmayın!" demek istiyormuşum. üstlerinde kurumuş pisliklerini gözlerinin içine sokmak istiyormuşum.
kanımdaki adrenalin birikintisini hissedebiliyorum. o kadının yüzüne küfretmediğim için kendime kızıyorum. sonra bunu o kadar da umursamamam gerektiğini hatırlayıp bundan sonra insanların yüzüne onların çirkinliklerini vurabileceğim cesareti görüyorum. cesurum, daha cesur. bunu bir ağrı kesici de sağlayabilirdi aslında, hatta bir vitamin bile yapabilirdi bunu. ama ben tek başıma yaptım. kimseye boyun eğmedim ve onlara inanmadım. ben kendi içimde kendi ilacım oldum. ve şuan daha net hissediyorum.
bu boşluktan güzel bir çıkış yaşadım, içsel bir patlama, enerjimi bağırarak dışarı vurma ve insanları umursamayış.
insanları umursamayış.
antidepresanların folyo kısmını kırıp ilacı avucumun içine koydum. ve oturduğum banktan biraz daha doğrulup, gerilip ilacı karşımdaki boklu dereye fırlattım. sonra bunu paketteki tüm ilaçlar için teker teker yaptım. tüm insanlara bunun için küfürler savurdum, anneme telefonda bağırdım. saçımı topladığım yağlı boya fırçamı biraz daha sıkılaştırdım. sizin küçük beyinlerinizi sikeyim dedim. gülümsedim. sondan başlayarak bana haksızlık yapan insanların karşısına geçip "seninle aynı dünyada aynı 'insan' sıfatını taşımaktan tiksiniyorum." diyeceğim. aklına ne gelirse söyleyen o orospu karıya dönüşmeden insanların pislikliklerini yüzlerine vuracağım. beyni küçük insanların arasında beyni küçük bir insana dönüşmeyeceğim.
hala hepinizden tiksiniyorum.
kendi bok kuyunuzda boğulun.

24 Kasım 2015 Salı

zehir damlayan ağızlardan ismimiz duyuluyor, sesleri çirkin ve lanetli.
bir biranın verdiği lanet olasıca tat başını öne eğmekle kıyaslanamayacak basitlikte.
aşka dön diyor ruhunu tanrı babadan alanlar.
ben her şeyi eleştiren ruhumu bu konuda bastırıp, başından tutup eğiyorum secdeye.
aşka yüzümü dönüyorum,
gözlerimi açıp gökyüzüne bakıyorum.
insanlar nefretlerini kusuyor, gün yüzüne çıkıyor insanların pislikleri, su üstünde yüzüyor bir çöp gibi.
ben beni yaratana yüzümü yıkayıp gidiyorum, ve her gidişimde çektiğim acıdan mutluluk duyuyorum.
insanlar bilmiyor, duymuyor ve kendi kendilerine mırıldanıyorlar.
mırıltılar beynimin içinde bağırmalara dönüyor.
evime dönmek istiyorum, sığ beyinlerin suyunda boğuluyor açık denizde yüzmeyi özlüyorum.
konuşmak istiyor ama konuşacağım insanlar bulamıyorum, üç maymundan istediğini seçmişler insanlar.
midemdeki asitten tiksiniyorum, beynimdeki uyuşukluktan kaçıyor kendimce en küçük acıyı büyütüp baş tacım yapıyorum.
vicdanım kedi gibi, dokuzuncu canımı hala yaşıyorum.
ölümler güzel gelsin istiyorum.
ölümü sevmek biraz delilik gibi, ama ben ruhunu taşıdığımın huzuruna özlem duyuyorum.

22 Kasım 2015 Pazar

sisteme ayak uydur kızım,
emeklerin boşa gidecek, emeklemelerin, adımların ve merdiven çıkışların.
merdivenin altlarında birileri sevişiyor olacak.
 insan acı çektiğinde doğruyu söyler!
fiziksel acı mı bu? 
herkese işkence uygulasak insanlar daha doğrucu mu olur, 
hamurabi mi olsak, kimsenin elinde yoğrulmasak ama el kessek?
psikolojik acı çeken insan doğruyu itelemez mi içinde?
doğruculuk.
seni öldürmeyen acı güçlendirir mi?
beynimin içinde acılar ve yüzler hakkında bir sürü soru var.
insanların yüzlerinden acı akıyor. 
kahve yapıyor adam, uykusu yok kadının,
renkler birbirine karışıyor,
ısıtıcı sobanın kızarıklığı gri duvara vuruyor, duvarın canı acıyor.
sigara külleri istemsizce terliklerine dökülüyor kadının,
terliklere rağmen yerin soğuğu kendine çekiyor.
bedene bir virüs gibi girip yumurtaları birilerinin kafasında kırıyor.
doğmadan ölüyor, güneş bulutların arkasında,
kendini gösteremediği için tüm evrene küsüyor, güzelliğini göstermek istiyor.


dostlarım, dostlarım demeye inatla devam ediyorum. bu yazımda ilk defa gerçek bir dostumlayım. güzel bir konuşma, iç savaşların rapor verme saati dedik ve güzel bir kriz ve hastane ziyareti sonucu güzel yastığımızı biraz küflenmeye bıraktık. "sitemi bırak bence" oo ne kadar da güzel bir tepki verdi şuan. sanırım son günlerde içimdeki kötü hisler kraliçesini uyutamıyorum. bedenimi ele geçirip tüm insanlara nefret dolu bakışlar atıp yüzümde asık bir ifadeyle gezmeme neden oluyor. ani el kasılmaları ve yüz uyuşmalarını da pek bir seviyor. 
insanlar uyuşturucuya benzemiyor mu sizce de? kötü bir bağımlılık gibi. onlarla zarar görüp onlarsız yaşayamıyorsun. doğduğun andan itibaren kanına karışmış bir antidepresan. 
sizi seviyorum dostlarım diye bitirdim konuşmamı. her şeye rağmen insanları sevebilme savaşındayız. kimine göre hep bir savaştayız. güzel, satır atlamalı yazılarımı özledim. birden fazla cümleye yetişebilmeyi, ellerime gereğinden fazla sorumluluk yüklemeyi ve beynimi insanların önüne sunmayı özledim. 
insanlığa özlem.
neyse çok konuşacak şeyim kalmadı artık. buraya bir şeyler yazmak alışkanlık olmuş. monotonlaşan her şeyden soğuyorum. sigarayı bırakıyorum. altı ay boyunca kullanmamı tavsiye ettikleri ilaca karşı duruyor alkolü hayatıma sokmuyorum. monotonluk olarak her sabah uyanıp okula gidip okulda uyuyorum.
aşk şiirlerinden nefret ettiğim günlerdeyiz ve kahve falına servet ödediğim. geçen taş kolye aldım mesela cüzdanımdaki tüm parayı ona verdim. iyi hissettirsin diye bir şeylere küçük bütçeli servetimi harcıyorum. bu biraz şey gibi, erkeklerin iyi hissetmek için orospuya para vermesi gibi. ne alaka ya şimdi bu, falcıların ve takıcıların hepsini kendi orospum ilan ettim. büyülü taşlar ve fal oklarına inanmayınız der kitapta. para yatırmayın demez ki. ben fal baktırıyor ve fallara inanmıyorum. birilerinin bana iyi bir şeyler söylesin diye çabalayıp durmaktan öte değil. bilinç altına itmek için çabaladığım ve genelde kaçtığım olayların hepsini gün yüzüne çıkardığım günler. geçirdiğim her günün yaşadığım her olayın beynimin içinde dönüp durması ve artık bu düşünceleri bastıramıyor olmam bu dönemin insanlardan uzak geçirmemi gerektiriyor. çay ve sigarayı alıp sahilde saatlerce oturmak istediğim bir nefes alışverişi. sırlarımızın ortaya dökülüşü. yalnızlığımın yüze vurum hali. kim okuyor ki bu yazıları. kim ister bir şizofrenin hayatını izlemeyi, kendime karşı üç maymunu oynarken ben. tüm insanları kendimden uzaklaştırmak istediğimde tehlikemin farkına varamıyorum. güzel bir içe vurum. her insanın yapmaya cesaret edemediğini ben yapıp bir kaç adım daha atıyor gün yüzüne yaklaşıyorum.

20 Kasım 2015 Cuma

"kötü başlayan yazlar içimde sonsuz savaşlar
 bir sürü para verip de hiç içmediğim ilaçlar
 bir fırt daha çeksem zaman belki biraz yavaşlar
"
kaancığıma buradan sevgilerimi yolluyorum içimize seslenebildiği için.
bu sözlerle her sabah izmirde kedi beslerdim beraber kahvaltı yapardık kedilerle. Siyah yavru bir kedi vardı orada kaldığım yurdun etrafında, tek gözünde sıkıntı vardı her sabah ton balığıyla poğaçayı karıştırıp ona yedirirdim diğer kediler daha ortaya çıkmadan. Diğer kedilere şiir okurdum, dergi sayfalarından sevdiğim yazıları okuyup bu yazılar üzerine onlarla sohbet ederdik. Uykum gelmeye başlardı yavaş yavaş. Sabaha kadar uyumazdım çünkü çok sevdiğim bir dostumla sabaha kadar telefonda konuşurduk. Yurdun bahçesinden izmirin gökyüzünü izleyerek onunla hayaller kurardım. "çok güzel şeyler olacak" bu cümleye gerçekten inanır ve ondan güç alırdım. Güzel dostlar biriktirmek istedim hep. Ve insanların dostlukları değerli görmediğini gördüm. Gereğinden fazla üzülüyorum şu sıralar. Gerek okul başarısızlığım, gerek insanların beyinlerindeki saçma oyunlar olsun beni üzüyor ve yoruyor. Büyük bir korkunun içine alıyor beni; benliğimden çıkıp bu insanlara benzersem. Çünkü biliyorum bardak gibi sert bir yapım yok, içindeki su gibiyim. Git gide bu kötü düşünceli insanlara dönüşmek gerçekten beni mide bulantısına itiyor. "ne oluyor lan?" Demeli insan kendine ve benim bunu deme vaktim geldi hatta geçiyor. O yüzden biraz kendimi insanlardan uzak tutmalı, bu saçma yerden uzaklaşmalıyım. Sorunum diğer insanlarla değil insanlar üstlerine alınabilir, ki alınsalar da pek umurumda değil. Sorun benim kendi içimde, sadece biraz yalnız kalmaya, çay içmeye, sahilde üşüye üşüye kitap okurken kedi beslemeye, arada bir evime gidip siyah duvarlarıma bakarak hayaller kurmaya ihtiyacım var. Yalnız bırakın küçük pollyannayı, biraz kafasını toparlamaya neler olduğunu anlamaya ve hiç bir şeyle uğraşmamaya ihtiyacı var. İnsanlara ihtiyacı yok, aferin kızıma.
kendi kendime gün değerlendirmesi yapıp bunları insanlara sunmak da çok trajikomik geliyor bana. Acınası bir yalnızlık ve kendine gülen bir ben.
bu arada spor salonunda defterimi unutmuştum defterimi kim bulup aldıysa ve okuduysa çöpe atsın. Çok üzüldüm almasına.
günlerim trajikomik bir biçimde ilerliyor, kadınlar adamlarında hükümdarlık sürüyor, ve bunu diğer insanların gözüne sokma çabaları karşısında kahkaha atasım geliyor. Karşısına geçip iğrenç kahkahalar atmak. kurnaz adamlar dünya üzerinde kendince padişah olmaya çalışıyor. Kendilerince kurulan bir savaş kendi sınırları içerisinde bir söz hakkına sahip oluş. gereğim olmayacak kadar acınası ve yorucu. Dünyada bu kadar şey olurken bunlara alet olup yaşamak yerine bunlardan uzak tutacak ve kaçmamı cazipleştiren güzel bir ev istiyorum.




neyse kaancığım tekrar teşekkür ederim iki gündür dilime dolanan bu sözler için. kötü başlayan yazlar...
https://m.youtube.com/watch?v=6kcaBnX9p1A

19 Kasım 2015 Perşembe

ip üzerinde dans eden cambaz,
ipleri el değiştiren bir kukla,
rüzgarda uçuşup toprakta kendi kendine filizlenen yabani otların, toprağa ilk düştüğü andaki hali.
pek de bir fark yok kadının tüm ruh halleri arasında.
başlangıç, ilerleme, savruluş.
hangi zaman aralığında takılı kaldı acaba?
yazar hangi paragraftaki cümleler için saatlerce düşündü?
kadın hangi yazarın yazdığı oyundan kendine pay çıkarıyordu?
öyle umursamaz ve yaşlı gözüküyordu ki, makyajla gençleşme akımına aykırı olmayı başarabilmişti kendi balkonunda.
aslında bu kadar yıpratmaya gerek yoktu kendini, rol için. dünya bile beton denilen makyaj malzemesiyle yeterince bitkin gözükebiliyordu artık.
dünyanın ozon tabakasına bile kocaman bir göz bebeği çizdiler,
bir göz bizi hep yukarıdan izliyor diyebilmek için.
yirmi birinci yüzyılın kadınlarına ayak uyduramadı kadın, ve çirkinliğini benimsedi.
saçların ıslaklığı şehrin tüm isini içine çekti.
balkondan havlusunu silkeledi ağzında yarıya gelmiş sigarası.
sigara bu yüzyılın yemeğiydi, bundan sonrası insan etiydi.
insanlar birbirlerini yeme düşüncesi altında birleşecek, dünyanın sonu yirmi üçüncü yüzyılda gelecekti.
kadın balkon demirlerine dayadı dirseklerini.
aşağıdan bakınca gıdısı belli olmuyordu kadının, varsa da yakışırdı tümlüğüne.
fabrikaların siyah dumanlarına karşılık güzel gösteriyordu sigaranın beyaz dumanı dünyayı.
kadın güzel görüyordu makyaj çirkinliğini ve ciğerine çektiği duman sayesinde, yüzlerdeki rujla boyamıştı kalbini kırmızıya.
yüzünde anlamsız bir gülümseme.
yanlış yüzyıla düşmesinin nedenini soruyordu gökyüzünde görebildiği griliğe.

18 Kasım 2015 Çarşamba

ısıttıkları yataklarında rüyadan rüyaya koşanlara lafım yok,
yaşasın yatağında ağrı çeken uykusuz dostlar!
güneşin bulutların arkasında kalmak istediği günlere uyanmayı bekliyoruz.
gerçek bir uyanış, gözlerini açmak, çapak değerindeki insanları elinin tersiyle bir daha hiç fark etmediğimiz bir yere itmek.
bu kadar insanın okuduğunu bilmek bu yazıları açıkça söylemek gerekirse garip hissettiriyor. Bir çok beyin bir çok his, uyku öncesi huzursuzluğu oluyorum insanların.
ve bu yarattığım huzursuzluk morundan memnunum.
insanlardan intikam mı alıyorum acaba bu şekilde? Yani şöyle oturup düşününce acaba ben kotu hissediyorum onlarda kotu hissetsin diyerek mi yazıyorum bunları.
yok hayır, hayır zaten kimseler bilmeden önce daha karanlık daha mordu kalemim, nedeni böyle bir şey değil.
kalemim mi? Ne ara edebiyatçı oldum acaba ben. Kendine gel küçük kız sen matematik öğretmenliği okuyan ve günlerce bir sınıfta matematik dinleyen ot sürüsünün memnuniyetsiz bir koyunusun.
"matematik insanı tek düzleştirir hocam. yok öyle sayısal zeka hayal gücünü geliştirir masalına inanmak. matematik insana kurallara uymayı ve kuralları kabullenmeyi öğretir. matematik sistemin köpeğidir."
hocamla konuşmak iyi gelmiyor son görüşmelerden sezdiğim bu.
benim iyice kendimi mahvettiğimi düşünüyor.
insanları umursamamayı öğretmeye çalışıyor bana hemde uyuşukluk sağlayan hapları kullanmam için beni ikna etmeye çalışırken.
bir kaç kimyasaldan öte bir beynim var, isterseniz onu kullanayım diyorum fazla düşünmemden şikayetçi oluyor.
değişik bir adam ya, fakat her insan gibi o da savaş yaratıyor.
ah bu insanlar, çok güzel savaşıyor.
ha bu arada sigarayı bırakma kararı aldım. ciğerlerim teklemeye başladı, sağlığımı kaybetmek istemiyorum. daha sinirli bir bana merhaba deyin.
neyse zaten sigaraya para yetiştiremiyordum, fakir bir ailenin okuyan çocuğuyum ben.
bunun vicdan azabı bile yeterli ciğer teklemelerime neden olmak için.
vicdan.
vicdanlı olmak zayıflık ve kullanılmayı mı getirir beraberinde yoksa erdemli insan olmak mıdır?
tanrı sevdiği çocuğuna acı çektirirmiş yalanına inandırıyor musunuz kendinizi katlanmak için vicdan acımalarına?
telefonu tutarken serçe ve yüzük parmağım uyuştu, sanırım bu kadar saçmalık yeterli.
kulaklığımdaki şarkı hala pili bitmemiş vicdanlarınıza gelsin.

17 Kasım 2015 Salı

bir adam bıçakladı bir kadını sütyen askısı izinden,
yılların oluşturduğu derinliği bir anda uçuruma çevirdi. 
cinnetle cennete ulaşmak istedi belki de,
ve cennet bir sürü elin değdiği sütyen askısının izinden öteyi görme isteğiydi.
perde aralığından gördüğüm sarı sokak lambaları dolu bir su şişesi yardımıyla gökten düşürdüğüm yıldızlar oluverdi.
can yakma isteğiyle dolu bir adamın aynası olmanın verdiği yorgunluk, kadının rengini beyaza çevirdi.
göz altı torbaları mor, göz kapakları düşük bir kadın.
kadın, kadın ne desem yavan.
seslere odaklan, yavaşça ritme uy.
benliğinde boğul.
cennete varmasına izin vermeden kimsenin, beynindeki sesi susturmak için bıçakla kendi askı izini.


10 Kasım 2015 Salı


"kahverengi boyalarla çizmiş, boynuna dokunduğum parmaklarım, beyaz tuvali anımsatan porselen fincana.
saç uçlarına kadar ezberlemiş, yüzündeki benleri sayabiliyor gözünü kapatınca.
korkarım ben, korkağın tekiyim aslında, yüzünü görmeye çekinmişimdir hep.
ilerde hatırlamam belki dişlerini sıktığında çenende oluşan o sevimle tümsekleri.
hatırlamam tabi. kaç yüz hafızama kazınmış ki? çizilip karalanmış hep."


hayatına girmiş tüm kadınlardan nefret ediyorum adam. ne kadar kötü kadınlar yaşamış bu şehirde, ne melanet bir havası var bu isli gökyüzünün. İsine bulamış tüm kadınlar seni ve savaş boyalarını bu islerle tamamlamış gelmişsin bana.
beni sana zamansız gönderen tanrı babanın bir bildiği var mı?
acıyorum sana. acınmaktan nefret edersin bilirim, sen diye yapmıyorum ki bunu. kendim gibi acıyorum sana. kendimden öte tutmuyor, ayrı bir yere koymuyorum seni, benim gibi hissettiğini gördüğüm günden beri.
insanların tamamen kötü düşündüğünü göstermeye çalıştın haftalarca. "bak bunlar insan, bunlar beyinlerini alet ederler kötü düşlerine!" güzel dedin canına yandığım. iyi dedin hoş dedin de, küçücük bir kutunun içinde gördüğün bu. bundan başka yerler başka insanlar, başka düşler var. evet insanlar her daim kötü, freud babamızın üçüncü seçeneği. kaç yaşında gördüm ben bu kotu insan yüzlerini, ne zamandır tanışıklığım var düşleriyle bir bilsen. Maskelerimiz güzel. Yok öyle 'ya olduğun gibi görün yada göründüğün gibi ol', kim göründüğü gibi olmuş şu dünyada. Sen yeterince yalın mısın insanlara? Ruhunun kapalı kaldığı cam fanus çiziklerle dolu seninde. Hadi görün şimdi olduğun gibi, berraklığını göster insancıklara! yok sesini sevdiğim, yok.
ne benim savaşmaya hazırlanmak için savaş boyam ne de piyonumu hareket ettirmek için gücüm... hiç bir şeye mecalim yok. manası yok.
farkındasın. farkında olmak. canımı yakabileceğin bütün kozlar elinde ve vurucu hamlelerine yavaş yavaş hazırlık yapıyorsun. beni nasıl yıkacağını çok iyi bilen bir adamsın sen, farkında bir adamsın. ki ben tüm samimiyetimle çıkardım kafamı cam fanusun içinden. oysaki oksijen ciğerlerimi yakarak öldürürdü beni, ve sanırım oksijen olup içime dolmanı göze alan bendim.
hayatına giren tüm kadınlardan nefret ediyorum. o kadınların intikamını alıyorsun benden. benim bu denli nefret dolu bir adama şefkatle karşılık vermem, acınası, sanırım. diyorum ya kendime gibi acıyorum diye. o zaman ne diyelim, acınası halimize!

9 Kasım 2015 Pazartesi

poşeti açılmamış dergim yastığımın altında günlerdir. ve ben günlerdir bir şeyler için oradan oraya koşturuyorum. günlerdir mükemmel bir koşturmaca, mükemmel bir savaş. ve ruhumun itilaf devleti savaşmaktan yılmıyor, usanmıyor. ölmesini göze aldığı yüzlerce askeri var zayıflığım karşısında. kötü bir insan gibi görünmek mi daha güçlü kılar insanı ya da zayıf bir ruha sahip olduğunu hissettirip karşındakini kandırmak mıdır güçlülük? yazık bize. biz güzel ve yorulmak üzere olan yalancılarız. gerçekten sıkılmıyor muyuz bundan? ben git gide yorulduğumu, yavaş yavaş çöktüğümü hissediyorum. ve her çöküş bir diriliş. biten başlar, başlayan biter. göz açıp kapayıncaya kadar yavaş geçen bir sürede tüm günüm. neler hissediyorum gün boyu? mutlu ve mutsuz olabileceğim nedenlerin listesini mi tutuyorum beynimin bir köşesinde. aniden gidiyorum arkamı dönüp, her şeyi çıkarıyorum görüş açımdan, yüzümü denize dönüp gözlerimi kapatıyorum. karanlığımı bölmeye yetecek kadar güçleri yok sokak lambalarının denize vuran ışığının. ben bir adamla denizin ortasından şehri izliyorum.
hep "bir adam" deyip duruyorum. kim ya bu adamlar? adamlardan tiksiniyorum, kadınların zaten nefesi nefret kokar. ben kendime bile acıyarak sesleniyorum.
kahvemi termosta unutmuşum üç gündür termosun içinde ve açıp temizlemeye gerçekten üşeniyorum. kıyafetlerimi yıkadım astım, kurumuşlardır elbet, kıyafet asacak birileri toplayıp fırlatır ütü masasına diyerek onları da toplamıyorum.haftalardır yeni bir şarj aleti almaya gitmiyorum, fakat her gün sigara yakmak için balkona çıkıyorum. arada bir oksijende kaçıyor ciğerlerime, nasıl mutludur ciğerlerim açık tenlerine.
hissedişler köpek derisi. aç kalışların miyavladığı zamanlar. bir adamla satranç oynayıp ona bilerek yenilmek gibi kedi sevmek. bir süre sonra sıkılıyor insan ve her tarafına kedi tüyü bulaşmış oluyor. kedi kokusu siniyor. ben sen kokuyorum bazı günler. kim kokuyorum ya ben? hangisinin kokusu bu? hepsinin kokusunu hatırlıyorum, tam bir sıfat veremiyorum ama hatırlıyorum. son zamanlar senin kokun burnumu hedef seçmiş olacak ki başımın etrafında dönüp duruyor. sen erkekliğin öldüğü sofradan tanrı babayla konuşuyorsun. baba, kızını yıkan bir adamı dinlemeye utanmıyor musun? gece yatarken kendine acıyan bir adamı evladın olarak bağrına basıyorsun değil mi, küçük kızın ağlasın bir köşede. küçük kızını sevmiyor kimse.
baba kelimesini ne çok kullanıyorum bu günlerde. karşı karşıya gelmek ya da gelmemek işte bütün mesele bu. katlan köle, sırtında kemer izlerine rağmen katlan, tanrı babanın kırbacı bu.

8 Kasım 2015 Pazar

küçük bir çocuğun attığı tokat oldu akşamın bir saati.
benim gözlerimdeki sise sinirlenip kendi renkli dünyasını sundu.
içimdeki kötü hisler kraliçesine emir cümlesiyle hitap etti;
"ya çık dışarı göster kendini, ya da kimsenin seni göremeyeceği bir dağ başına yerleşip ölümü bekle."
savaşmayı göze alan deli cesaretine hayranlıkla bakıyordum.
"yaşlandığında bu cümleler aklının ucundan geçmeyecek çocuk" demek renkli gözlerine toplu iğne batırmak gibiydi.
ve ben ne kadar üzülsem de vicdanlı bir anne, kendini küçük bir çocuktan dinleyen,
soysuz bir ailenin ilk çocuğuydum.
tanrı baba soysuz bir adam mıydı?
üzerime sinen sigara kokusundan zevk alan bir kadın tarafından öpüldüm geçen akşam, ve bedenine bakmayıp yüreğini büyüten çocuğun sigara dumanından kaçışına yardım ettim.
insanların içi boş cesaretleri vardı, diğer insanlara bağırıp düzene sövüyorlardı.
sadece aciz bir kadın sıyrılabildi, insanların gizlendikleri cesaret derisinden,
sevgiye duyduğu ihtiyaç duvarını yıkıp her bedene tat bıraktı kendinden.
benden daha cürretkardı.
benden daha istekli,
benden daha zayıf.
sarılıp ağladım halimize.
halimiz deprem sonrasıydı.
gökyüzü kırmızı, ay tedirgin, adam düşünceli, gözlerim dünyayı göremeyecek kadar sisli.
adamların fındık kabuğundan korkmasını düşündüm, denizin ortasında bulmasını kendini.
gizledikleri şeyleri söylemek istemelerini.
korkuları vardı hepsinin.
biri diğer insanların yüzüne vurarak kaçıyordu,
biri düşünmemek için kucak değiştiriyordu.
sadece küçük bir çocuk gökyüzüne bakabiliyordu.

3 Kasım 2015 Salı

ah güzel dünya!
sen kalk çırpın merdiven altlarında.
ve karşıma geç konuş minyon bir kadının ağzından.
en sevimli ses tonunla konuş benimle!
kabullenişlerim yavaş sürsün, unutayım konuşurken hayran kaldığım yüz hatlarını.
bir kadın jiletle kesti çocuğunun kordon bağını.
pembeden kahveye dönüştü gökyüzü.
toz bulutlarında kayboldu, bir kadının ciğerlerine değmiş sigara dumanı.
kadının yüzünü kaybetsin istedim beyaz duman, hayalet olsun ve onu sarsın istedim.
koylarında mutlu etmek için çalıştı adamlar, kendi mutluluklarını hiçe sayarak. ve sessizce vefa borcunu ödedi adam kerhane girişinde.
mektep mi deniyordu böyle yerlere?
beyinleriniz penisleriniz kadar ağır değil erkek müsveddeleri!
beyinleriniz karnınızda gün ışığını görmek için bekleyen bir bez kandan daha fazlası değil makyajla gizlenen varlıklar!
ben bir adamı anlattım beyaz duvarları olan bir odada. beyaz duvarlardan tiksiniyorum hocam.
kurşun kalemi alıp karalasam ya duvarları?
bu da mı yasak hocam, yıkmak istiyor canım tüm duvarları, mezarları yakmak istiyor, cansız bedenin kokusunu duymak istiyor.
yapamaz mıyız hiç birini, sevmemiz mi lazım bu yapmacık bedenleri ve onların iğrenç düşüncelerine alet olmalı mıyız?
karalayalım bedenleri, siyah çarşaf altında jartiyerle dolaşan kadınlar gibi olsun bakışlar kurşun kalemimin izinin ardından.
belki de siyah diye seviyorum sahneyi, ve gördüğüm tek ışıkta buluyorum tanrıyı.
boşverin diğer oyuncuları, güçsüz ve korkak hepsi, beynini tüm iğrençliklerle doldurmuş birer saman yığını.
kahrolsun insanlar!
kahrolsun rezillikleriniz!
ben tanrı babanın küçük kızı olarak öleceğim sizin uyuduğunuz bir sabah.
yataklarınız çok rahat değil mi?
batmıyor mu size de dikenleşmiş tüyleriniz veya korkmuyor musun kendinizden.
tiksinmiyor musunuz gerçekten?
neden gözlerimi açık tuttun baba, ya da neden sokak lambalarını diktiler bu sokaklara
ve ben sokak lambalarından uzak bir köprüden geçerken yıldızlara bakarak öptüm güzel adamı.
güzel adamlar, ne zamandan beri sıyrıktı tatsız derilerinden?
çok mu soru soruyorum tanrı baba, gözlerini açtım neden soruyorsun hala diyorsun değil mi?
göz kapaklarımın şişliğinden göremiyorum sanırım ve artık sarktı göz kapaklarım, buruşuk bir kadın oldum sigara dumanının gözüme kaçtığı günden.
güzel baba, bu son can yanışı.
bir daha öldürmez beni kahrolası oyunbaz beyinler.
umutları köpek maması kabına koydum bu gece, ufalayarak.
sabahın beşini beklerim ağlamadan, sigara içmeden ve düşünmeden.
düşünmek öldürüyor baba.
bu gölde mutlu olan insanlar arasında, okyanusa açılma cesareti gösteren beynim bir kaşık hüzne boğuluyor.

1 Kasım 2015 Pazar

iyi niyetin salaklık olarak görüldüğü günlerdeyim.
ve bazı şeylerin görülmediği.
ne ben görebiliyorum ne de kirli sakallı adam.
çabalarımızı görmeyecek şekilde kapamıştık gözlerimizi ve kendi bildiğimiz notaları okuyorduk.
sarılmamızı izlemek için çekirdeği hazırlıyordu tanrı baba.
biz babamızın sözünü kesip birbirimize bağırıyorduk, yan masada.
benim çocukluğuma kızıyor, onun büyüklüğünden korkuyordum.
evet, çocuk diye bahsettiği bendim,
ve o hiç bir zaman öğrenemedi ses tonundaki değişimden neler olduğunu anladığımı.
belki de böyle bir şeydi,
görünmez bağlarla bağlı olmak.
biz biraz ileri gittik sanırım bu bağlarla kuklacılık oynarken.
bedenim özüne dönmek istiyor, toprak ana açmış kollarını.
ben bedenime sahip çıkıyordum.
diğer insanlar mutluydu, korna sesleri geliyordu biz birbirimizi yerden yere vururken.
"aşk bize göre değilmiş" cümlesi beynimin koridorlarını turlarken, bir kadının çığlıkları geliyordu yoldan.
bir pezevenkle aynı masaya oturmak gibiydi,
ve onun kafasını o masaya vurarak kırmak istiyordum.
başıma vuran bıçak saplantısı ağrısındaki bıçağı alıp onun yüzünü kesmek istiyordum.
kendimden korkuyordum.
korkacak kadar güçlü ve hiç kimseye sığınamayacak kadar zayıftım,
insanlar kötüydü bilirdim.
bir sen iyisin be aysel. 
merhaba aysel, merhaba. balkondan el sallıyorum sana.
kızıyorsun değil mi sende bize?
şiirin sonu gelmeden başa sardım yol boyunca,
sevdiğini duymamı istemezdi zaten.

31 Ekim 2015 Cumartesi

ikimizin sığabileceği genişlikte bir koltuktu. yanına yatmam konusunda ısrarcı görünmek istemiyordu, ama yanına yatmamı istiyordu. ısrarcı olmak  ona kendini kötü hissettirecekti. yattım. kolumu, o omzuma yatacak şekilde boyun boşluğuna yerleştirip saçlarını sevmeye başladım. kokusunu sevmedim, sanırım bu sıralar sevdiğim başka bir koku var. sevdiğim de denemez, alıştığım. saçları uzun ve ince telliydi, pofuduk bir kediyi severmiş gibi sevdim. tüm sokak kediler benim evladımdı. sıkıca sarıldı bana. bana ne çok benzediğini düşündüm o sırada. içimde bir yerde onun gibi sevilmeyi bekleyen korkak bir çocuk vardı, yine içimde bir yerlerde eski bir tahta tabureye oturup sigara içen buruşmuş kadına sarılmak isteyen. acıdım kendime. bana en çok sarılmasını istediğim insanlara sırtımı dönüp uyuma kararı almıştım. belki de o yaşlı kadının iğrenç biri olduğuna inandırmaya çalışıyordum kendimi. bir adamın kötü bakışları yüzünden uykularımı kovalıyordum başımdan, kötü bakışlar, acıtan sözler... hepsini tekrar ediyordum içimden. idamına dakika sayıyordum adamın.

adamı düşünmekten çabucak sıyrıldım, aslında o kadar da önemsemediğimi fark ettim o anda. bu umursamaz tavrım hoşuma gitti, dudak kenarından bir gülümseme belirdi yüzümde. gurur duymakla acımak arasında bir yerdeydim sanırım ama kendime tebrikler yağdırıyordum. karnıma koyduğum elimle başımın yanında kalan sehpayı yokladım. sigarayı buldum, onu rahatsız etmemek için paketi ağzıma götürüp dudaklarımla çıkardım sigarayı ve serçe parmağımla tutmaya çalıştığım çakmakla sigaramı yaktım. başını kaldırıp bakar gibi oldu. ama sonra vazgeçmiş olacak ki biraz daha sıkı sarıldı. bir elim boyun boşluğunda, diğer elimde sigara ben tavana doğru giden dumanları izliyordum. bir adam bana sarılmış ben onun saçlarını seviyordum. erkeklerde böyle mi hissediyor diye düşündüm, filmlerde gösterilir sevişme sahnesinin hemen ardından bir erkek benim şuan ki duruşumla sigara içiyor olur. o erkek karaktere benzemiş olmak biraz daha mutlu etmişti beni. beni bırakma tarzında adama sarılan saf kadın olmaktansa umursamaz tavırların sanki babasıymış gibi davranmak beni daha çok tatmin ederdi.

altıncı sigaramdaydı sanırım. ne düşünüyorum ben bu kadar diye sormuştum. yanımdaki adamla konuşmak yerinde her an yanımda hayaletini gezdirdiğim içimdeki adamla konuşmayı tercih etmiştim. ve ben ikisine de hiç dokunmamıştım. düşünmek ve hayaletlerle konuşmaktan öteye gidemeyeceğimi gördüm, acıdım, gurur duydum. kendime bile kararsız ve can yakıcıydım.

yedinci sigaramı içtim. küller halıya dökülmüş hatta nokta şeklinde bir yanık var. bizim evin halısı olmadığı için o kadar da kafama takmıyorum. "gerçekten üzgünüm"lerle günü kurtarabiliyor insanlar. bende onlara ayak uyduruyorum.



29 Ekim 2015 Perşembe

atlarız arabaya, kaç saat sürüyor demişti yolculuk? Yirmili bir sayı söylemişti. Batum kaç saat ki buradan? Gideriz tabi dedim. Uzun yolculukları hep sevmişimdir. "benimle yolculuğa çıkacaksın?" Dedi. O anki bakışı soru işareti içeriyordu. İçten bir gülümsemeyle elini tuttum. Elleri ince bir adamdı. Biraz da ne istediğini bilmeyen. Çocuksu yanına annelik ettim o sabah. Hayallerine dahil oldum, biranın tadı ağzıma geliyordu. Başka evlerde başka başka insanlar oldum. Kötü hissettim belki, evet kötü hissettim. Ama yine kendi evimde kendim oldum. Oturduğun yerde oturdum. Hayatıma giren adamları anıp senin kadar güzel sigara içemediğime yandım. Evime, sana döndüm. Sarıydın siyah oldum. Sen hep güzel kaldın.

27 Ekim 2015 Salı

güzel ev güzel gökyüzü.
çiftler geçiyor önümden, kadınlar dik dik bana bakıyor. Ve erkeklerin gözü yerdeki taşların çizgisinde oyun oluyor.
sigara dumanı yüzüme vuruyor.
yirmi iki otuz arabasıyla gidiyorum.
22:30.
söylenişi daha güzel.
gittiğim yerden veya gideceğim yerden.
her birinden huzursuzluk topluyorum.
saçlarını topluyorum yerden toprak ananın,
o saçını çektiğim için bana kızıyor.
betona sarıyor kendini, tüm saçlarını kesiyor.
adamlar karşımıza geçip konuşamıyor.
boyunları bükük kalıyor adamların ve meyhaneye sığmanın verdiği alışkanlık bahanesine sığınıyorlar.
deniz saçlarına sim dökmüş küçük bir çocuğa benziyor,
yağmurda ıslandığı adam onun saçlarını kurutuyor.
bu şehir savaş alanına dönüşüyor.
insanlar gölgemin olduğu taşlara basmadan yürüyor.
ben gölgeme sığınıyorum sahildeki gözlemecilerde karşısında sandalye olmayan tabureye oturuyorum.
denize karşı sigara içiyorum savaşmalarını izlemek istemeyerek.
belki de gölgemin rahatsız ediciliğinin farkına varmaktan korkuyorum.
güzel böyle,
 insanların kötü bakışları öldürüyor.
ben içten içe gülüyorum.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Ağacın arkasına gizlendi kırmızı montlu kadın.ve ben bugün bir kadının yüzündeki itici ifadeye çağrıldım.
insanlar sevişiyordu köprülerde,
yıldızlara bakıyordu kadın.
yıldızlar güzeldi.
şarkının fonunda birileri bana sesleniyordu.
kal dedim küçük kızıma.
gidersen savaşmak için toparladığın gücünü kaybedecek ve kaçacaksın.
insanların beyinleriyle savaşamam anne dedi.
kızım yorgun düşmüş,
kızım kırmızı montunu giymiş valizini hazırlamış, yolun karşısında beni görmesini engelleyecek bir ağacın arkasında gitmeyi bekliyordu.
küçükken yıldız sandığım sokak lambaları uzaktan parlıyordu.
ötede yürüyen adamın sigarasında kaydı bir yıldız.
ben bir metrekare bile olmayan balkondan el sallamaya çalışıyordum.
kadınlar garipti, erkekler mide bulandırıcı.
ben küçük prensin koluna girmek ve onunla yanyana yürümek arasındaki ince çizgide uyuyakalıyordum.
bir adam sigara külünü attığı denizden balık istiyordu.
bedenim kendini yerden yere atıyordu.
benim küçük kızım tüm bu insanlardan kaçıyor,
ben bana bakmamasına rağmen ona el sallıyordum.
adamlar bana ben adamların haline gülüyordum.
acıtıyor.
üst geçitten aşağı sallandırmış kendini,
ölmek ya da ölmemek.
son seçeneği kimse umursamıyordu, ölememek.
uyku ilaçlarına sarıl kadın.
o adamın seni hak etmediğini gör.
acınacak halini haklı çıkarmak için debelenip durma.
benim kızım kaçtı,
senin çocuğun karnında nefessiz kaldı.
hayallerin bir kordona dolandı.
için içinde yandı.


küfür etmenin beni rahatlattığı günlerdeyiz. "kerhaneci çocuğu" diye bir küfür duydum bugün. Çok hoş değil mi, "keraneci çocuğu"? Ve bazı insanlara o kadar yakıştığını gördüm ki. Anons sesi veriliyor yine, lan bu mikrofonun sesi tuvalete kadar niye geliyor? Her neyse ne diyordum, keraneci çocuğundaydık en son. Bugün bir keranecinin arkasını temizledik, e çünkü içine sıçılası bir iyi niyetimiz var. Bu kadar küfürlü yazdığım için kendimden tiksindim şuan. Şu sıralar yanımda her zaman görebileceğiniz esmer çocuk sinirlendiğinde ve hatta sinirlenmediği zamanlarda da küfreden biri. Ki sinirliyken güzel küfrediyor. Bana küfür hiç yakışmıyor mesela. Küfredemiyorum. Sigara içişimde çok komik. İçemiyorum lan. Olsun.
bazen kendime şaşırıyorum bende, istemsiz bir mekanizma sinirli veya içinden çıkılmaz bir durum olduğunda beni ele geçirip en mantıklı şeyi yapıyor. En azından sadece yüzsüz diyorlardır, bir de çirkef yüzsüz olmak var. Her neyse. Bir adam sadece yazılarımdan kendine pay çıkarmak için bana yanaşıyor. Ve adamlardan tiksiniyorum. Oyunculuk konusunda beni geçiyor insanlar, bu hoşuma gidiyor. Şizofren miyim acaba? Neden hep şizofreniye bağlıyoruz ki hemen, her ruh sağlığı yerinde olmayan şizofren mi olmalı değişik bir adı vardır belki bunun daha afilidir misal.
hayatımı güzelleştiren ve bir o kadar da canımı acıtan sihirli yüzüğümü yanımda gezdiriyorum her gün. Nerden çıktı şimdi bu? Keraneci çocuğu diyordum en son. Her şey birbirine karışıyor beynimde. Olaylar cümleler bakışlar.. Çok sevdiğim bir dostum antidepresanlarına geri dönmüş. Bir fırt versene ya da bir tur döneyim falan diyorum. Guzel kafası varmış. Benimle psikologa gelsene dedim ona bugün, adama kafayı yedirtebilecek olduğumu bildiği için tepki veremedi o an. Psikologluk garip meslek doğrusu. Klozete oturmak gibi. Kolay gelsin psikologlara.
insanlar..
insanlar dostlarım.
dostlarım?
ilk yazımda dediğim gibi, kim lan bu benim dostlarım?
öze hasretim, sana hayran, ve hiç olmayan birine aşık.
içim ölürken yanında yürüdüm.
kimin yanında?
uyumak istedim yanında.
uyumak.
uyumak ölmenin provası değil mi?
rüzgar oldu nefes ve saçlarıma karıştı.
karışsın istedim.
özledim.
bir sürü ses birbirine karıştı.
ben şehrin tüm üst geçitlerinden atlamak, tüm oyun parklarını yakmak istedim.



23 Ekim 2015 Cuma

yağmur yağıyor,
tanrı bu şehirdeki aşıkları seviyor olacak ki onlar için romantik ortam hazırlıyor. Belki de tanrı duygusal bir pezevenktir diyorum içimden.
bir film özentiliğinden beş dakika fazlası olmayan adamların içlerinden geçirdikleri şeyleri dinliyor, bu konuda tanrı babaya çok kızıyorum.
sen bilmiyorsun diyor bana, kötülere planlarının yürüdüklerini hissettirmelisin diyor.
büyüyorum.
her konuşmamızda biraz daha büyüyor ve onunla tekrar konuşmak için fırsat kolluyorum.
martıların çığlıklarına karışıp bana geliyor sabah beşte.
yağmur olup sarı sokak lambasından kendini gösteriyor.
şiir okuduğum kediye daha önce ekmeğinden bir parça koparıp vermiş küçük bir kız çocuğunun içine doğuyor, izleyebiliyorum.
ben onu buluyorum,
tanrı baba gülüyor.

22 Ekim 2015 Perşembe

bugün tatlı bir yorgunluk ve her şeye isyan ediş isteğimle yazıyorum sana. bünyem artık çoğu şeyi kaldıramaz duruma geldi. yokuş yukarı yürüyemez hale geldim ve tabi koşamıyorum. sigara oldukça zarar vermiş ciğerlerime, ama ciğerlerim oldukça memnun halinden. siyah onlara yakışıyor. fabrikada tütün saran kıza özeniyorlar sanırım. ne güzel şarkıydı değil mi o?
çaya olan bağlılığım her geçen gün artıyor, artık paramın büyük bir kısmını bu ikiliye harcıyorum; çay ve sigara.
insanları garip buluyorum son günlerde. ve annemin her zaman bahsettiği o kötü insanlarla tanışıyorum. hani her zaman "kimseye güvenme herkes kendini düşünür, insanlar güvenilmezdir seni sırtından vuracaktır" derdi ya. o tarz insanlarla tokalaşmaya başladım son zamanlar. ve ellerimi kirli diye kesmek isteyerek uyandım bu sabah. insanlar farkında mı? ya da insanların umrunda mı? iyimser olmanın zararlarını yaşamaya başladım. "bu kadar saf olmamalısın sana zarar veriyorlar gözlerini aç artık!" ile onlara çocukluklarındaki saflıklarını hatırlattığım için ilk önce bana sonra kendilerine kızdılar. tabi bunu da gerçek değer verdiğinden emin olup olmadığımı bilmediğim insanlar yaptı. herkese anne şefkatiyle yaklaşılamazmış mesela bunu öğrendim. kadınlarla arkadaşlıklarımın gerçekten berbat olduğunu kendime hatırlattım. farkına varmadan kadınlar, onlara bazı haklar tanıdım, ve bunu da sadece beni sevsinler diye yaptım. içlerindeki pislikleri görmezden gelmek istedim hep. sanırım en büyük hatam, küçük pollyanna olmaktı. her şey o kadar güzel değil, dünya pislik yuvası.
kötü hislerin üzerimde birikmesindendir ki, parmağımı bile kendi bilincimle oynatmadım. kuklaydım adeta, ve kukla ruhları beni hareket ettiriyordu. iyi buldum bu ismi; kukla ruhları. aferin bana.
o gece, o kadının yüzünü gördüm. ilk defa birinin kader çizgisini silip çizginin izi kalmasın diye defalarca karaladım. karalamam da güzel bir kadın sureti belirdi ve ben ilk defa birinin geleceğini değiştirdim. bu güç bana ağır gelmiş olacak ki zamanın nasıl aktığını hissedemeyecek duruma geldim.başımın arkasına bir saat çakmışlar ve her saniye donuk bir ses çıkarıyor gibi.
bilmiyorum, bir adama aşık olup o adamın kaderinden kendini silmek nasıl bir ruh hali gerektirir, pişman mısın diye sorarsan... kanser kola yayılmadan elini kesip atmasına yardımcı oldum derim. çok saçma değil mi dostum, çok ihtiyacım varken, ihtiyacı varken. acı çekmekten korkmak çıldırtıcı değil mi?! bilmiyorum. neyi ve neden düşüneceğimi bilmiyorum. bir satranç oyununda olmadığımızın farkına varmalılar.

20 Ekim 2015 Salı

sana çocukluğumu anlatmadım mesela,
büyüdüğüm evin bahçesinde oturup bir sigara içmedik karşılıklı, ben sana aklıma gelen anılarımı anlatırken.
saate bakıp saat onu yirmi iki geçiyor bak biz bu saatte hiç öpülmemiştik diyerek seni öpmedim.
fotoğraflarıma bakıp saçma saçma yorumlar yapmadın.
annem ben uyurken fotoğrafını çekmiş küçükken onu görüp "aa uyurken aynıymışsın" demedin.
sokakta sabahlayamadık seninle.
insanların yanındaki yapma mutluculuğumdan sıyrılıp sana geldiğimi göremedin.
insanlar görmez.
ben kör bir dilenciyim.
ben korkak bir sokak lambasıyım.
kaçar babamın eteklerine sığınırım.
ben sigaranın can verdiği son noktadayım.
henüz yanarken bir kenara fırlatılırım.
ben otuz sekizinci bölümüyüm kitabın,
ezbere bildiğin.
ben bir şarkıda aklına düşer bir şiirde ben deliyim derim.
"ben olsam bakmam bana, bir çorba bile yapmam bana, tüm bunları sen öğrettin bana sevgilim."
neden bu kadar sinirlendiğini anlamaya çalışıyordu kadın, acaba hangisine kızmıştı. Onu sinirlendiğini söylememesine mi, ona aşık olmayışına mı, yoksa bir adamın varlığına mı? Dürüst olmak gerekiyordu, kafadaki hain planlarıyla birlikte onlar konuşurken cümlelerinde yatan imalar yan tarafta birbirlerinin saçını çekiştiriyorlardı. Adam başka birinin varlığına sinirlenmiş olabilirdi. Veya bugüne kadar kadının gizlediği şeylerden sadece birini duyması ona kendini bu kadar kötü hissettirdiyse daha sonra gelecek olanların kim bilir ne acılar yaşatacağını düşünmüştür. Bir an sinirini kustu adam, kadına olan bastırdığı o öfkesinden bir tokat yapıp kadının suratına patlattı, bir bankta sessizce otururken. İnsanlara kırık güvenini de kadına yığdı, kendisine olan sinirini de gösterdi. Kadın ağladı. Kadınlar hep ağlar zaten. En küçük şeye bu kafa hüzünlenip ağlamak niye ey havvanın torunu? Yanında biri olunca ağlayamayan ve insanların etrafta oluşunu göz önünde bulunduran kadın ağlamayı kesip bir sigara daha yaktı. Adam konuşmaya devam ediyordu. Adam çok güzel konuşuyordu, kadın bir an buna odaklanmıştı. Ne anlattığını umursamadı bile, her zaman onu dinlemeyi sevmişti. Kadın duymadığını sandığı cümleleri dibe itmeye çalışırken buldu kendini bir süre sonra. Adam güzeldi, kadın kurnaz ve vicdanlı.
Bir gün dedi kadın, bir gün seni şaşırtacağım. Bekliyorum dedi adam, uzun zamandır bekliyorum diyen bir ses tonu vardı. Adam aşıktı kadına. Bu kadar sinirlenmesi, üzülmesi kendine "iyi bok yiyorsun" demesiydi. Erkekler yanlış kadınlara aşık olduklarını gördüklerinde nedense sinirleniyorlar. Midesinde o yanma hissini düşündü kadın, adamın yerinde olsa midesinden başlayıp tüm vücudunu ele geçiren bir yanma hissi doğardı. Adam kendini durdurmaya karar verdi artık, kanserli eli, kanser kola yayılmadan kesip atmıştı. Engeller koydu önüne. Kadın sinsi planında ilerlerken bir an için unuttu, adam kadına aşık oluyordu. Ve her his gibi bu da karşılıklıydı. Kadın hayatının ne kadar çirkin olduğunu görmezlikten gelmemeyi ve bazı tokatların başkaları tarafından yüzüne vurulabileceğini gördü. Bu gerçekti. Canı yandı adamın ve can yaktı. Eğer istemeseydi canı yanmazdı kadının.
Kendinden itmenin yüzlerce yolundan en güzelini seçen kadın düşündüğünde başarılı olup en büyük kaybı yaşadı. En güzel kayıp, en acı enkaz. Tanrı baba kollarını açmış sol kolunda kadını sağ kolunda adamı uyutuyordu.

19 Ekim 2015 Pazartesi

yokluk.
olmayış, duyamama, hissedemeyiş belki.
yok oluş.
içimde ölümü bekleyen yaşlı bir kadın,
oyun oynamak isteyen çocuğa bağırmaya son vermiş.
artık umursamıyor, içim beni.
sigara içişime kızmıyor,
tanımadığım adamlar beni öperken tokat patlatmıyor çirkin yüzlerine.
aşağılar bir gülümseme iniyor dudaklarından.
sessizce bir sigara daha yakıyor, sabahı bekliyor saat kaç olursa olsun.
zamanın geçmesini, siyah bir pelerinin altına sığınmayı bekliyor.
kaçıyor bazı geceler, huzurla elele uyuyor.
ölüm böyle bir şey olmalı diyor, böyle bir kokusu olmalı.
ölünce bedenimden bu koku yayılmalı.
bana usulca yaklaşıp fısıltıyla sorular sormalı.
ölümü bekleyen yaşlı bir orospuyla, oyun oynayamamış bir çocuk adeta savaşıyor.
artık orospu, çocuğu duymuyor,
çocuk artık eskisi kadar hevesli değil.
uyandığında nerede olduğunu bilemediğin anlık sersemliği hatırlayarak uyanıyor,
bir insanın ilk aklına düşenin böyle bir şey olması ne acı.
hırkasının bilek yerlerindeki ufak yanıkları parmaklarıyla gizlemeye çalışıyor,
sigarasını içerken.
her zaman onu izleyen çocuğa yaralarını göstermemesi gerekiyor.
hafif nemli saçlarına sinsin istiyor duman,
kokudan rahatsız olup gelmesin çocuk.
orospu dediğin ağlar mı be, ağlamıyorum diyor içinden.
sigara yakıyor.
eti ölü bir orospuyum artık ben diyor,
azrail bile beğenip almıyor tenimi diye isyan ediyor.
dünya üzerinde yakmış kendini, tüm bedeni kül.
bir kavanoza sığdırıp kendini atamıyor bir nehre, ya da miras bırakamıyor kimseye.
artık daha yoğun hissediyor, içindekileri.
söylenmeyen ve yazılmayanları,
kimsenin ulaşamadığı ütopyaları.
buruşmuş ve sarkmış kalçalarını yavaşça kaydırdı ve balkondaki oturakta yer açtı.
çocuk yavaşça ne olduğunu anlamaya çalışarak oturdu kadının yanına,
dünyayı çıplak ayakla sevmiş köylüler onları izliyordu.
ölümün kokusunu duymuş köylüler,
hepsi birden ölmek istiyordu


12 Ekim 2015 Pazartesi

saklar sırrını yastık altında,
sigaralara sarar kendini,
sararmış dişlerinden öpülür kadının.
ilk içtiği günü hatırlar şu mereti.
ah be kadın.
kaç adamı saklar kalbinde beyazlara sarıp,
evladı sayar.

6 Ekim 2015 Salı

nasıl gözüktüğümün çoğu zaman bir önemi kalmıyor.
yada masanın üzerinde uyuyakalmamamın.
bir kadının yüzündeki asık ifadede kendime geliveriyorum.
yazıyorum, ya yazıyorum.
bu kadınlara rağmen hala yazabiliyorum.
bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyorum.
bir adamla karşılıklı şiir okuyabiliyorum.
arka fonda güzel bir şarkı,
ben manzaraya karşı duran camdan yansıyan yüzüme şiir okuyorum.
aklımda gereksiz bir melodinin üzerine yazılmış melodiden daha gereksiz sözler başa sarıyor.
şarkılarıda sevmiyorum ya.
bilekliğimin tokası bilgisayara vurup ses çıkarıyor,
kadınlar buna  kızıyor, ben bilekliğimi çıkarıp pat diye atamıyorum
edebiyat yapmadığımı anlamayıp bana karşı gülüyorlar.
gülsünler soytarılar, ben bir lambanın anahtarını indiriyorum.
donmuş patates yiyorum  gecenin bir vakti,
su sesleri geliyor banyodan, aksi kadın geldiği yere lanetler savuruyor bir metrekare bile olmayan duşa kabinde.
sarhoşken diyorum,
hangi şarkı ayıkken yazılmıştır ki,
uyuyakalacağım belkide bu tahtakurusu sandalyede.
yıldız alkol almadan yazamaz ki bu satırları diyorum,
illa ki edebiyat okumak gerekmez insanı görmek için.
neyse işte, yine bir dostun yanında, yine bir fazladan insan oluyorum.
kurallara uyuyorum ya, kurallara bu sefer cidden uyuyorum, uyuyorum.
bedenimi sevmeyerek insanlara sövüyorum.
kendime yeterince doyuyorum, doyuyorum ya gereksiz yere tuşlara basıyorum.
bilgisayar bulunmadan önce yaşamalıymışım, kağıt kalem önemliyken hala.
teknolojiyi tatmadan ölmeliymşim.
ölmeliymişim ya, çantasında gizlice tütün taşıyan ve davetlerde nezaketen alkol alan bir kadın olarak ölmeliymişim.
kafa yapan bitkileri keşfedemeden insanlar ben insanları izlemeliymişim.
sarışın adamlara zaafım daha başlamadan bitmeli,
ben bir üst geçitten aşağı kendimi sallandırmadan bitmeliymişim.
ölümlerimi görürüm düşlerimde, cesedim on dokuz kokar, hem de daha taze.
mutsuz kadın suratlarına ağlarım gecelerce, bir duş başlığını anımsatırım sersemliğimle.
ben deliyim diye başlayan bir şiir okurum bir adamla,
güzel adamlar tanırım mor ve siyah.
içimi açarım nezaketle, usul usul.
içime acırım.
ne yavansın be kadın, ne acımasız yokluğun, ne küstahsın gidişinde..
kendime yanarım.
derdim bir bana bilirim.
yüzüm bir aynada düşer,
adam bu karı herkesle sevişebilir der,
ah gülüşüne güzellik kattığım sen nereden bilirsin kadının seninleyken huzur hissettiğini..
hiç kimsede tatmamış huzuru sana sarılırken bulmuş.
huzur dostum, huzur.
adam ne bilsin sarılmanın kokusunu.
sarışın adamları görmesin gözün, yok, yokluk renkleri.
sen ne bilirsin be adamın sadece elini tutup uyumak istemesini.
elini yanağına koyup "böyle kalsın ötesini istemem demesini"
düzüşmekten ibaret gecelerin ne öğretmiş ki sana.
ah be kadın.
özlersin böyle.
özlersin ya, hem sesini hem sohbetini.
tanrının sesini, sazlıkların dansını, yengeçlerin kaçışını özlersin.
anca alkol kana karışınca özlersin zaten.

30 Eylül 2015 Çarşamba


şu balkondan atlamak isterim,
ikinci kat ölüme ne kadar yakın?
bir kedi kadar sevilmeye muhtacım,
biranın babamın kokusunu hatırlattığı zamanlar..
ve sigara annemin beni öpmesinden kalan küçük bir hatıra.
karalamalarım küçük, içler acısı.
bir adamla konuşurum hayalimde her gün değişen.
onu ikna ederim gecenin üçünde,iyi bir insan olduğuma.
dostlarımı kaybedeceğimi bilmeme rağmen onlara yakışır davranırım, insan böyledir değil mi yanında birileri var olsun diye kendinden yoldan çıkar.
ve küllükte yanıp uzun bir yol yapar sigara.
bitmek bilmeyen yağmuru gibi şu melanet şehrin.
ve benim her sabah söylediğim küfürler gibi.
bir adamın sakalında gizlidir tüm ilmi,
ve sakalını keser adam.
adam ne acımasız ne bağnaz.
ne kadar  duygusuz ve kuralcı bir adam bu.
ben hala balkondan atlarsam ne olur diye düşünüyorum.
ve bu sigara sonları hep el yakıyor,
insanlar cana kıyıyor,
dünya saçma bir şekli benimsemiş orada dönüp duruyor.
sokak lambası gösteriyor güzelim yağmuru,
tenime işleyen soğuktan anlamayacak kadar öldürdüm hücrelerimi.
doğru olan şeylerden kaçmanın bedelini ödüyor yağmur.
gökyüzü yine turuncu, bana hep gerçeği hatırlatmaya yemin etmiş gökyüzü..
gerçek nedir diye soruyorum tanrıya, gece uçte uyumayan bir sen kaldın güzel kızım diyor.
ağla diyor, yağmurla birleş.
şu balkondan atlamana bakar her şey diyor.
dünyayı temizleyen yağmur,
iki parmağımın arasındaki sigarayı da söndürür diye fısıldıyor.

22 Eylül 2015 Salı


geçen gün öldüm şu merdivenlerde,
kimse duymadı.
görmedi.
ses çıkarmadan bekledim,
insanlar rakı bardaklarını tokuşturuyorlardı.

16 Eylül 2015 Çarşamba


beyaz bir göz bomboş, izler beni günlerce.
uyumamı izler, giyinip soyunuşumu, nefes alıp verişimi izler.
gözler odamın sinek vızıltılı ışığını.
ismindeki sesi sevmediler diye ismine kusmuş nefes almadan. durulmadan.
renkli çizgiler var yüzünde, yüzünden dökülen. pul pul ve bir adamın baş parmağıyla okşayışında hissettiği ıslaklıkta.
iç içe geçmiş kıvrımında.
koluna kirpi dikeni tohumu ekmişlerdi genç bir adamın, uzaklarda ve ses duyuramayacak kadar derin bir çukurda.
evrenin tüm çukurları beyaz bir gözün içinde, kıvrımlar uçurum.
bir rüzgar bekliyorum sadece, sayfaları çevir hızlıca.

24 Ağustos 2015 Pazartesi

siyah duvarları oldu kadının.
sigara dumanı gece rüyasına aldığı hayaletleri anımsattı.
korkularını nedensizce sevdi, benim dedi.
kadını, kadın yapan her şeyini sevdi.
tırnaklarının arasında kalan yağlı boya kalıntılarını kapatmak için sürdüğü koyu renk ojelerini,
altları çizilmiş yetmiş yıllık ten kokan kağıtlardaki yazıları,
siyah bir pelerinin altında uzaklaşmasına göz yummak zorunda kaldığı adama yaptığı portakallı kekin siyah duvarlara sinen ve o kadar sigara dumanına rağmen gitmeyen kokusunu sevdi.
aslında hiç var olmayan evine, annesinin karnındaki karanlığı özlediği için geldi.
sevimsiz manzarasında ilk sigarasını tattığı sandalyenin rahatlığını özledi belki de.
ki bu sandalyenin yanındaki tahta sehpada yer etmişti kül tablası görevini üstlenen çay tabağı. Çay tabağı bile kendi olmaktan çıkmıştı sigara dumanının hakim olduğu dünyada.
ve gece, duvarlarından daha turuncuydu.
turuncu gökyüzünden kaçamadığını düşündü kadın, yüzü camdan dışarı bakarken.
siyaha olan aşkından zifire boyadı ciğerlerini, bir nefesle.
külünü desenleriyle oynadığı çay bardağına döktü.
başını eğdiğinde fark etti, gökyüzünü turuncu yapan sokak lambalarını.
üzüldü kadın.
turuncuyken özletmiyordu adamın sakallarını.

14 Ağustos 2015 Cuma

kusursuz bir memnuniyetsizlik sabahın sekizinde duş aldı, yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmiş ve dev aynasının önünden ayrılmayan kötü ses biriktirmiş bir adamdan sonra. Dinledim onların su seslerini. Saçlarını yıkadıkları anı ya da vücutlarını köpükleme zamanlarını su seslerinden tahmin ettim. Bir ara klozetin çıkardığı ses yüzünden beyaz kapağın üzerindeki sarı damla gözümün önüne geldi. Tavandaki tahtaların desenlerini inceleyerek dinledim onları. Yataktan bir kere kalktım ışığı kapatmak için, gün doğmuştu artık ve ışık yanımdaki pencereden içeri giriyordu. Odadaki tüm çarşafların üstüne memnuniyetsizlik dağılmıştı ve çarşaflar ilk başlarda ağladıkları bu duruma artık sadece göz yumuyorlar, mutsuzluk iniltilerine sığınıyorlardı. Odamdaki perde hafif esen rüzgar sayesinde yatağıma dokunup geri çekiliyordu. Birinin çay suyu koyduğunu duydum ocağa, çaydanlığın birbirine değdiği andaki o metal ses, su sesi, çakmak taşının iç gıcıklayıcı sesi. Evdeki bu kasvetli havanın üzerine birileri çay doldurup sigara yakma derdindeydi.

1 Ağustos 2015 Cumartesi

hepsi bitiyormuş. sarma sigaralar, dolu küllükler, tanrının sarıyı yakıştırdığı tüm adamlar...
hatırlarım, ağladığında peçete bitmesin diye kirli sepetindeki atletle burnunu silerdi,
beni yıkadığı mavi leğenin başında kirlileri yıkarken söylenirdi her seferinde, kendine.
geceleri ağlardı annem hep, sırf o ağlıyor diye ağlardım bende. üzülmesine dayanamayacak kadar severdim annemi.
ağlayarak uyuya kalmanın hissini öğrendim dört yaşında, hisler öğrenilebilen şeylerse eğer.
dört yaşında camdan bakıp arkadaşlarının eğlendiğini izlemek, izleyen olurdum hep. bir kaç kere gitmeyi denedim ben gidene kadar birilerinin ailesi çağırıyordu ya da hava karardı diye evlerine giderlerdi. ama ben her seferinde boş sokakta bir başıma kalırdım. küçük ayaklarım yerdeki taşların içine sığardı, çizgilere basmadan yürürdüm. 
ayakkabı numaraları büyüyor, acıların hepsi bitiyormuş. bir önceki sıradakinin habercisi oluyormuş.



27 Temmuz 2015 Pazartesi

üç adım sağa kayıp dört basamak yukarı çıkmak
seslerdeki imalardan anlaşılır kadının gelişi.
güzel olan her şey olduğu gibi mi kalmalıdır tanrı baba hatırımda?
üç adım sağa kayıp dört basamak üstlerine gidersem güzellikleri kaybolur adamların
dileklerim yakındaki bir yıldızdan sekip yanıma düşmüştür ben uyurken bir şişenin içinde,
bu yattığım hafif küf kokulu yastığın üstünde kaç kedi uyumuştur, kaçı işemiştir uyuduğu yere...
yemeklerinin üzerine yattığım için karıncaların, hesap sorarlar belki toprağın içinde
sokak lambalarının geceyi söndüren ışığı, uykulu gözlerle baktığımda bir sürü ok saçar etrafa,
peki beni öldürür mü sokak lambasının etrafımda dolaşan okları?
benim yaşımdayken kurmuştur beynimdeki cümleleri saçı beyazlamış adam.
güvendiğim adamlar aslında beni göremeyecek kadar parlak mı ve düşünce insanı karartır mı?
denizin gece çekiciliği insanı kör edecek kadar siyah.
bazı sorular yok edecek kadar canlı.
çocukların katilleri hala ölen çocukların nefesini çalıyor.
buruşuk bir el gezmiş, önce küçük bir kız çocuğunun vücudunda, sonra iğrenç bir sürü adamın düşüncelerinde.
kahrolsun buruşmuş elin alışılmış çizgilerine.

24 Temmuz 2015 Cuma

kediler geçti az önce önümden üç tane,
biri gelip yanımdaki yastığı patileriyle yumuşattı,
izmirin kedilerinin ne kadar güzel olduğunu anlaatım iki saat boyunca sarhoş bir adama,
huzur sarhoş bir adamın ses tellerine saklandı.
sarhoşken ezan sesini duymanın pişmanlığı oldu çoğu zaman,
ben ilk şarkıda göğe baktım,
gökyüzü evim oldu, her nabız atışında bedenime doldu.
sigara dumanıyla evime ihanet ettim her sabah beşte.
güneş manzarası görmeyen balkonumun adaletsizliğine karşı sigara içirdim bahçemdeki ağaçlara.
kollarımdaki tüyleri hissettim sabah ayazı sayesinde.
bazen kendimi hissetmek için gerek duydum soğuk rüzgara karşı durmaya.
neler anlattı gittiğin kadınlar sana.
kendinden kaçarken bana mı tutundun
hayat hep tümseklerin yanına tutunabileceğimiz bir el mi dikmiştir fidan niyetine.
yeşerip çiçek açar mı benim sigaradan sararan elim, ki yüzümü gizlediğim fondötenin izi var elimde.
en sevdiğim renge dönüşüyor tabiat ananın saçları,
benim aşık olduğum adamların sakallarının rengini getiriyor ardından.
ne kadar güzel adamlar doğmuş günüme.
parmaklarındaki büyüye aşık olmuşum birinin, benim gibi bugüne lanetlenmiş.
birinin sigara tadını hatırlamak için ciğerlerimi yakmışım, tutuşturmuşum.
yalnız kalmayı özlemişim, hiç olmayan iki odalı evimde.
evimin koridorlarında siyah boyalarla üst üste harfler yazmışım.
bir turuncu balık ol gel evime.
kitaplarımın sayfalarıdır asıl param.
şarabı, karanfil kokan sigarayı saklamam bol gelen montumun iç cebine.
nefretim üç günü geçmez.
çakılması gereken çiviler var insanların beyinlerine.
cümlelerimin çoğunu sarhoş bir adamda tüketiyorum iki gündür.
yaşlanıyorsundur evine kadın girmeyecek bir adama dönüşüyorsun belki de.
krem hırkanı unutmuşsundur, sıkı sıkı sarılman gereken.
sigara poşetinin içine beş liranı koymayı unutmazsın yine.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

her yazı kendimde devirdiğim bir cümle, 
başlıklar olabildiğince isteksizlik hissi uyandırıyor cümlelere,
ben satır atlayarak yazmayı seviyorum, adam kadını seviyor
başlarken sevmeye, bitişteki kadar çok sevmiyor insan,
sevginin berbat bir his olduğunu hatırlatıyor çoğu zaman,
tiryakilerin kokusundan bıktığı için başladığı mentollü sigaralar
yazdıklarım keşke yüzyıllar öncesine kalsa,
gelecek nesil o kadar da umut vermiyor bana,
yanlış yüzyılın kadını olmuşum,
bazı sıradan düşünceler beni eleştirebilirken,
beni anlayabilecek kadar çok aşık adamlar tanıyorum,
yüzyıl geriye gidip bu adamlarla dergi çıkarmak için birleşip denize karşı çay içmek istiyorum.

bazen seni düşünmenin ne kadar gereksiz olduğunu anlıyorum. basitliğimi görüp kendimden biraz daha nefret ediyorum. küçücük çocuklar mendil satarken ben seni düşünüyorum, yanımdan geçerken bir adam ilgi çekmek için, kendini fark ettirmek için saatlerini ayırmış kadına laf atıyor. adamın aç bakışlarından tiksinerek kaçan kadın, bir adamın ona o şekilde bakması için ayırmıştı oysaki o kadar vakti bedenine. süslenmişti ayna karşısında, kırmızı rujunu sürüp, tekrar hatırlanmasını istediği baharat aromalı parfümünü sıkmıştı. başka bir adam, mesela ona laf atan adamdan daha iyi giyimli daha düzgün konuşan bir adam, kadına laf atmış olsaydı, yine böyle tiksinecek miydi kadın? peki küçük çocuk, ailesinden kaçmış, birilerinden korkar halde belki, ya da savaşı görmüş, silah sesleriyle uyumaya çalışmış bir çocuğun aç karnını doyurmak yerine onu döven adamlar gibi hissediyorum kendimi, hem de sırf anadilindeki harflerden kopamadığı için dövdüler çocuğu. ben o çocuğa yardım etmek yerine seni düşündüğüm için beddualar savurdum eski dillerdeki cümle düzenekleriyle. 
"dayanamadım" diyerek bir kadına tecavüz eden adam kadar suçludur tüm insanlar. bir kadına tecavüz ediliyorsa, bir insanlığa tecavüz edilmiş, bir insanlık tecavüz etmiştir. ve artık normal geliyorsa bu durum, sıradanlaşmışsa, biz birilerinin acılarına kader diyebiliyorsak hala, bu kaderi yazan hangi din olursa olsun kabul edilmeyecek kadar acımasız. ben dindar olamayacak kadar insan biriyim. zaten din sadece kullanılmıyor mu bazı insanlar tarafından, hani şu büyük dindar insanlar. sizin dininiz size iyi insan olmayı uysal olmayı öğretir di yor, ve insanların inanma isteğini istediği gibi sömürebiliyor. sömüren insan kadar iki yüzlü, sömürülen insan kadar aptal olamıyorum ve bu durum canımı içten içe yakarken ben seni düşünme bahanesiyle kaçıyorum çoğu kez baş ağrılarımdan. insanların asıllarını görüp ses çıkarmayarak kendime en kötü eziyeti yapıyorum. ve lanetli günün gelmesine çok az kalmışken, sesini unutmayayım diye dua ediyorum. tanrı beni seninle oyalıyor çoğu zaman, ve ben seni düşündükten sonra, seni düşünürken kaçırdıklarımla çarpışıyorum.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

içimde bazen çokluğunun sınırında dolaşan nefret cini belirir, küçücük ayaklarıyla o çemberin etrafında döner, hatta sirkte gördüğümüz akrobatlar gibi üçlü salto attıktan sonra çemberi ateşe verip içinden atlar, ve tekrar ona tutunur. bir kadın sesindeki imayı duyunca anlayabiliyorum çoğu zaman, karısının katili olan adamları. kadına şiddet değil bu, kadının şiddeti. tüm kadınları öldürebilecek güç doğuyor karnımdan, başımdaki damarları hissetmeme neden olan ağrının sebebi kadın seslerini yok saymak istiyorum. barok dönemdeki gibi bir düzen kurarım eğer özlersem annemin şefkat dolu tonlamasını. bir erkeği afyon dolu bir küvette uyutup onu hadım edebilirim. ah barok dönemin o hayranlık bırakan şaşırtıcılığı. "masum görünmeye çalışıyorlar, ama biliyorum, hepsini biliyorum. hiç biri ben bir erkeği öpmedim diyemez, derse ki en adi yalancıdır. ve yalancı kadınlar maalesef ki bu düzende bizden daha masum sayılır."

16 Temmuz 2015 Perşembe

bir metrelik bir alanda insanın düşüneceği şeylerin bir sınırı yok. beden sınırlandığında düşünce sınırları aşar, ki tarihte bir sürü insan bu yüzden hapsedilmiş, işkence görmüş ya da sürülmüştür.
bir metrekare diyordum en son, hep merak etmişimdir acaba diğer insanlar da tuvalette derin düşüncelerle boğuşuyor mudur? uyku öncesinde yatakta dönüp dururken bu kendi kendine konuşmalar yaşanabilir, ama uyku öncesinde insan ne kadar derin düşünebilir, uykusu gelmez mi? düşünce iç karartıcı olduğunda uykuya sığınmaz mı? kısacası uyku öncesi düşünceleri oldukça riskli ve kaçışı kolay.
göz kayması veya göz titremesi denilen hastalığını bir metrekarelik tüm insanlığın mabedindeki fayansların arasındaki çizgilerin kaybolmasıyla fark eden biriyim. tabi tüm yazıyı tuvalete adamayacağım, sadece hepimiz için uçuk bir yer olduğunu hatırlatmak istedim, ki filmlerin vazgeçilmez kendini kilitleme ve sevişme sahnelerinin en dikkat çekici mekanı.
kendi içimde konuştuğum şeyleri sizin okumanız ne kadar acayip. her an konuşsam deli zannederlerdi, yazınca edebiyat oluyor, edebiyat denmese de felsefe deniyor. insanlar kendi yedikleri haltlara güzel sıfatlar bulmayı ne güzel de beceriyor. parası olan yazar oluyor mesela, hoş geldin yirmibirinci yüzyıl.
kuş sesleri geliyor şuan. nerede olursanız olun sabah beşle altı arası kuş sesleri oluyor, yeterince il gezdim bunu merak ettiğim için.
"tanrı neden insanı yarattı?" tanrıyla ilgili her soruya insandan yola çıkarak cevap bulurum. ne de olsa onun üfürüğüyüz nurlu. sinirleniyorum bazen canın sıkıldı değil mi baba diyorum içimden tanrıya. düzene bakıyorum mesela şaraba yasak demiş, kadına yasak demiş ve de vaadi şarapla kadın etmiş. insanoğlunun sabredip sabredemeyeceğini görmek istemiş, bunların hepsi onun eğlenmelik oyunu. babam güzeldir, tanrı baba.
sabahın altısı oldu, vakit doldu. zamanla oturacak bu yazdıklarım. arada bir kitap okumam lazım. siz de okuyun, dergi satın alın mesela, dergilere kitaplardan daha da önem verin. kitap eskiden değerliydi, artık sadece birilerinin uydurduğu kıçıkırık aşk hikayeleri birilerinin cüzdanını doldursun diye rafları işgal ediyor kitaplar. hoş geldin yirmibirinci yüzyıl. hepsi bu şekilde denmez tabi de, düzen bu haliyle. düzenine sövdüğümün dünyası.

15 Temmuz 2015 Çarşamba

karanlık çürük duvarlar, nemin kötü kokusu üzerinde,
vurulur tenime,
titremiş ellerimde kurumuş kan lekesi,
ismini saklar çalıntı lambanın cini.
fısıltıyı vesvese beller,
ismini fısıldayamaz ademoğlu,
zamanın geçtiğini gardiyanın topuk seslerindeki değişimden anlayacak kadar beklemiştir sonu.
içinden kendine bile söyleyememiş, sonunda ismini unutmuş garibanın eni.
bir çift ayak görmüş, bir çift cilalı ayakkabı.
gözünde bir parça kumaş sadece, üşüyen bedenini örten.
kan tadına alışmış dudakları konuşmaya korkar,
nerede o oturduğu yerden düşünüp pastasını yiyen adamlar?
acıdan kıvranırken asi bedeni inleme seslerini duyan olmadı,
ya da duysa da duymadı.

12 Temmuz 2015 Pazar

sadece oyuncağıyım tanrının.
canı sıkıldığı için var emiş beni,seni, bizi.
dizlerimi karnıma çekerek ölmek isterim,
en sıcak olan evimde hissetmek için.
parmakların hiç uyuştu mu?
tanrının neden işsiz olduğunu düşündün mü?
sözü olmayan melodilere şiirler uydurdun mu?
makamına hayran olduğun gün doğumu ninnini dinlemeden hiç uyudun mu?


alkolun kanıma karışmasını istiyorum. bazı insanları silip atmak, kendileri gibi iğrenç olan hatıralarıyla birlikte. iğrenç insanlar tanıyorum. bunun üzerine bir cümle bile yazamıyorum, hiç bir şey söylenmiyor bundan sonrasına, yakıştıramıyorum. parça parça cümleleri seviyorum. makyajını mahveden kadınların sadece birer "gördüğümü yaşayayım"cı olduğunu biliyorum. insanlar ne kadar basit. ne kadar üzücü. sadece bira alıp sahilde içmek istiyorum. belki sonra denize girip kaybolurum. kaybolmaya cesaret bulurum. alkolü cesaret verici olarak gören insanların on üç yaşındayken şarabı içebilmek için içine gazoz katarak içmiş olmaları... her insanın kendince dünyayı yorumlaması... ki güzel dünyamda portakal kokusunda sesleri var adamların, karnından çocukları patlıyor kadınların. 

11 Temmuz 2015 Cumartesi

iki gündür karanfil kokuyor cigaram,
portakal çiçeği renginde adamların melodilerini dinliyorum.
olsaydın burada dinletirdim,
ses tellerini balkon demirleri sayıp ayaklarımızı uzatırdık
burun deliklerinden görünen gökyüzünü izlerdik.
sabahın beşinde martılara "çok güzelsiniz" diye bağırırdım, seni beklemekten sabahın beşi de olsa vazgeçmeyerek.
aklımda bir biriyle alakası olmayan cümleler...
bundan birbiri ardında olmaması.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

korkarken kadın titreyen ellerinden,
annesinin kirli elinden olgunluğu içmiş sakalları çıkmayan yeni yetme adam.
cesaretiyle dağları ipe alıp sırtına geçirmiş,
öyle bir cesurmuş ki adam en yakıcı sözleri dile getirmiş.
paylaşamamış adam başkalarıyla kadının cümlelerini,
her harfe sigara dumanıyla özgürlük getireceğini söylemiş.
örgünün en dibinden kesmiş kadın ince telli saçlarını,
saçların uzun olmasını isteyen tanrıya isyan etmiş.
kahverengi cam belli etmemiş içindeki sarıyı,
insanlar bira şişelerine benzemiş.
bir kaç kağıt parçasıyla saklanmış en büyük hazine haritası,
hem de daha alfabesini öğrenmeye kimsenin cesareti olmayan dille.
dost sesi gelmiş yollarca uzaktan,
acı yollarca mesafeyi bir kaç adımda geçmiş.
gözleri şişmiş, kızarmış kadının,
en sevdiği şairin gölgesini görmüş yolun ortasında, hızlı adımlarla kaçtığı.
kirpik tanesine sığacak kadar küçükmüş gölgeler.
sessizce düşte büyümüşler.


5 Temmuz 2015 Pazar

"beynindeki ağrı şiddetleniyor, köpürüyor ve ellerinden çıkıyordu.
öğlen yediği köftenin tadı geldi ağzına, birayla karışık.
öğle yemeklerini hiç sevmezdi oysaki. gereksizdi ve tembel insanların uydurduğu sigara öncesi bahanesiydi.
bir kaç defa yavaşça ayağa kalkma kararı alsa da bedeni o güce erişemedi.
damarlarındaki tüm kan ellerinde, parmak uçlarında toplanıyordu. en azından o öyle düşündü.
az önce dizlerinin üzerine bırakmış olduğu demir zinciri kavradı, elindeki tüm gücü atmak istercesine sıkıyordu. donuk suratı oldukça korkutucu görünmesine neden oluyordu. ama o an en çok kullandığı ifadenin yüzünde oluşmasını kontrol edebilecek bir bilinçte değildi."

2 Temmuz 2015 Perşembe

temmuz ayının hayran bırakan cürretkarlığı.
yol kenarındaki pembe kusmuğun gösterdiği sevişememiş şirin mideli çirkin adam.
siyah beyaz fotoğraflarda bana gülümseyen dudağındaki sigara.
nefes çorak bir su birikintisi,
popomu yediğini hissettiğim meydandaki bankın manzarası,
çöplükte bulduğu parmakları kesilmiş eldivenlerle ellerini ısıtıp çizen, aç ressamın ucunu çakıyla düzelttiği kaleminden.
sarışın bir adamın kedi sevmesi, kedinin cezbedici yürüyüşünden mi?
gerçek dostların yirmi iki günden fazla bekletmemesi, yirmi ikinin güzelliği değil mi?
perdeyi tutarak iki parmağının arasında ilgimi dağıtmak için sallayan rüzgar,
erkeklerin sadece üç parmak kalınlığında olduğunu öğrenmiş midir kadınların sesinden?
merdivenden oturmuş cenazesini bekleyen adamlardan, yeni doğan bebeğini görmüş müdür gözlükleri olan,
tanrı ölünce de gözlüğe izin vermiş midir?
duvarlara yazı yazınca mutlu mu oldu delikanlı, kuralları yok etti mi öylece, biçimsiz, ucuz yazısına bakıp utanması gerekirken.
eve girer girmez tüm ışıkları yakmak, moda mı filmlerden sonra ve kadın sadece özendiği için mi açık bıraktı sivrisinekleri davet eden evinin ışıklarını?
sarhoş olmaktan sıkılmış mıdır adam, yoksa parası olmadığını mı kabullenmiştir, kabullenişler bira kadar iğrenç değil midir?
bira iğrenç midir?

30 Haziran 2015 Salı

tanıyorum seni,
adımı yazarak "onu seviyorum"lu başlayan cümlelerin yaratıcı olmayan sahibi.
cümlelerimi merakla bekleyen çocuksu tavrın tanıdık.
ve ben senin okuman için yazdığım ama ısrarına rağmen sana okutmadığım yazılarla başladım insanlara karalamaya.
sayfalara dökmek beni buruşturup attırmaz mı bir kenara sence de?
iki kelime konuşamadık doğru dürüst.
oysa ne de isterdim acı şarabın yanında tatlı sesini.
bilinçaltım seni ailesinden bellemiş.
yüzün sesin hep tanıdık, karşılaşmayı ummak istemeyeceğim kadar.
cümleleri deviririm arada.
ne yazdığımı ben bile unuttum kağıtların arkasına.
ezberlemedim ben büyüklerin cümlelerini.
içimden gökyüzü geçti mavi oldum,
kuş olmak geçti bulutlara daldım,
pembe bir baş örtüsü oldum başına kondum, yanında durdum,
sabahın beşinde seni beklerken bağırdığım turuncu gökyüzünün sakin efendileri martıların gagaları oldum, kendime karşılık verdim.
üç krakeri kahvaltım saydım, tüm günümü sigara içerek geçirdim mesela.
tablolarımı hiç bitiremedim.

titrek ayaklarından nefret eder,
fantezilerinden birinde fark ettiği deprem durgunluğu sayesinde, geceleri yatağına bağlar ayaklarını.
acizlik o ya, nasıl fark etti kadın üstündeyken bunları.
ışığın çokluğundan rahatsız olur, gözleri uyku halini sever hep.
karanlıkta yolculukları sever.
bir kaç nokta görür kayıp giden, arabaların gözlerinden ışık nasıl çıkar diye merak etmiştir hep küçükken.
bitirilmemiş yarım bardak kötü kokan meyve suyudur,
meyve suyudur ya, rakıyı boş vermiştir, şarabı boş vermiştir.
sakilik yapmayı özlemeyi istemiştir, ki "saki" kelimesinin anlamını bir şarkıdan öğrenen bir herife sakilik yapmak ne kadar güzeldir?
kırmızılı beyazlı sofra bezini alıp kafasına göre piknik yapmak istemiştir evin dört köşesinde.
evi olmadığını hissetmiştir belki, bir büfeden aldığı krakeri kemirirken.
camdan kendisini izlemiştir önce, hayran olduğu yüz kıvrımlarına bakmaktan bıkmayan tavrıyla,
sonra göz ucuyla etrafındakilere bakmıştır, afyona ulaşmak üzereyken.
bozkırına kurban olduğumun yabanı, ne seversin yaralarla kaplarken beni.
içimdeki dert benden öte dedirtirsin ya adamına, dağ yaparsın bozu, kırı.
denize ulaştırmazsın sarı saçlarından.
adamın içi ölür, adam dediğin her gün nefes alarak ölür.
adam dediğin nedir ki, hepsi sonunda bozkıra gömülür.

15 Haziran 2015 Pazartesi

tenime küstüm ben, yırtık, sarkmış fazlasıyla, bayatlamış artık.
bana ait olması yetmiyor, ona sarılmış doğmam umursamam için yeterli değil.
sarı tenini kimse bilmiyor, sarının hangi tonu olduğunu da,
insanlar kendilerince birini gösteriyor ben bahsettikçe senden.
bilmiyorlar seni, tanımıyorlar,
yol kenarındaki sarı çiçekleri hiç görmemişler ki,
güzelliğini bilmiyorlar lanet diye tanımladığın.
sarı gür sakallarına dokunan kadınlar, bir kediyi sevmekten öteye gidememiş.
sesleriyle ulaşanlar olmuş sana, sonra korkmuşsun,
ellerine kaçmış, kendi sesini duymuşsun yine.
masumluğunu çalmışsın küçük çocuğun,
küçükken sana masumluğun kötülüğünü öğreten annen yüzünden.
iğrendirici gülüşler görmüşsün bıyık altından,
gördüğünden kaçınmış, gördüğün olmuşsun.
çok içen kadına dur dememişsin,
her gece ağlamaya başlamışsın küçük çocuktan çaldıkların için.
içen kadına sarılamamışsın son kez içinden gelerek
ne de çok incinmiş hırpalanmışsın.

8 Haziran 2015 Pazartesi

güzel misin sen?
kemiklerin sayılabilir mi parmaklarıyla bir kadının.
sever misin sevdiğim şarkıları,
çığlıklarını martıların.
öyle gözde büyütülecek kadar derin değilim.
nefesim var,
denizin ortasında gibi hissedebiliyorum gözlerimi kapatınca.
ben bulmaca değilim, çözmek için çabalaman gereken,
bir yarım erkek tonlarında kadın sesi,
diğer yarımı da martılara simit niyetine attım.
şu korkmana neden olan, çığlıklarıyla.
derin değilim daha, ama büyürken içim çökmüş dibe.
hava alacaya beş var.
ezan okunuyor,
ezan sesini sevmeyen adamlar tanıdım,
ki ben küçükken tanrı şarkı söylüyor sanırdım.
hadi şimdi gözlerimizi kapatıp,
ölüm sesli adamın ses tellerini hapishanemiz sayalım.
bence rengini yanlış belirlemiş tanrı,
ben olsaydım en bulunanı yapardım kahverenginin.
herkes kendinden bir ton bulurdu sende.
kadınlar düşündüğünden daha zeki, kurnaz biraz,
bunu belli etmeyecek kadar..
kedileri sev her sarışın adam gibi.
kimseye belli etmediğin ağlamalarından bunalırsan hiç ağlamayan beni düşün.
hatıram olarak sekiz numaralı masaya otur, hep gittiğim yerde.
kadınlara güvenme,
çok şarap içme,
hevesini kaybetme kırk yaş bunalımındaki insanlar yüzünden,
sarma sigaraları bırakamazsan bile çok içme.
dizilerini bırakma.
dostların ve dostluklarına sahip çık, benim gibi olma.
bir gün sabahın beşinde beni hatırla.
bir gülümseme oluşsun yüzünde,
yetsin bana.
şarkının sözlerini aklına getir,
"biraz seni özledim,
biraz sohbetini, biraz sesini."

6 Haziran 2015 Cumartesi

biri ağlıyor yatağında, kendiyle sorunlu bir kadına aşık.
bir adam şarap içiyor evinde, kemikleri sayılan, sarı teninden.
bir başkası kanına düşman oluyor bir anda.
aşk dünyadaki en güzel şey diye başımıza kakılırken,
ve bu en güzel olan şeye ulaşmak bu kadar kolayken
ne diye ulaşılmaz olması için çabalarız?
niye birbirimize bu eziyet?
o sarışın adam niye o kadar şarap içiyor, gece bitmesin diye içinden dua ederken.
hırkalarımın bilekleri hep yanık,
bir sigara yakmayı beceremedim aylardır.
on adım ötesi yasak, ışık olmadığına inanılır, karanlık varsayılır.
balkondan bakarız su damlalarına, içinde olmak varken.
içinde yorulmak, yoğrulmak.


otururuz bir bankta,
sen arpa kokarsın, benim midemde ekşimsi üzüm kokusu.
anlatırsın ilk aşkını bana,
yaptığın fedakarlıkların komikliğini anlatırsın, gülerek.
sonra bir anda,
kahkahan gülümsemeye döner, gözlerin karşıdaki sazlıklara dalmış.
senin zoraki tebessümünü fark etmemem için şişeyi götürürsün ağzına.
insanları saçma buluşumuzdan konuşuruz,
sen dostlarının yanındaki taklit yapan mutlu yanını at bir kenara.
neşeni göster, sürekli dilimden düşmeyen neşeyi.
gerçek neşeyi.
sarı rengini göster bana
cılız vücudunu neden sevmediğini anlat, yiyorum yiyorum ama kilo alamıyorum bahanesiyle.
sahile gidelim dediğimde gidemeyen cesur adamı anlatırım sana.
sarı ve siyahlığıyla beni etkileyen adamı.
gözlerinin etrafındaki çizgilerden bahsedeyim,
yaşlılık belirtisi göbeğini kabullenmeyişine gülelim.
sonra?
sonra, tüm neşem durulsun bir anda.

5 Haziran 2015 Cuma

camdan yansıyan yüzün,
turuncu bir gökyüzünün önünde.
ikinizin yüzü de birbirinden güzel.
eğer bir gün turuncu gökyüzü görürsen,
yanıyordur bir yerler.
yangın vardır, göğü renklendiren ötelerde, içinde ve yüzünde.
ilham perilerim kaçmadan cümlelerimi toparlmalıyım, değil mi?
kül döktüğüm bardakla meyve suyunu içtiğim bardağı aynı yere koymamalıyım.
müziğin sesini o kadar açmamalıyım.
o kadar çok adamı etkilememeliyim, istemeyerek.
sigara kokan parmaklarımdan tiksinmemeliyim,
tiryaki olmama çelişecek şekilde.
annem aradığında açmalıyım.
sıkılmamalıyım her şeyden,
üzmemeliyim sevenlerimi.
sızlanmamalıyım.
büyük harf kullanmak mı?
yok büyük harflere her zaman düşmanım.
onlar benim için kusur, buradan geliyor belki kural tanımamazlığım.
dualarıma küçüklüğümde öğretilen şekilde başlamalıyım,
anneme, babama, milletime, devletime...
yağmura fon müzik bulmalıyım her zaman,
suyun yere düşerken çıkardığı ses yetmiyormuş gibi.
aydın mı olmalıyım gerçekten, insanların gözünde,
kendimi aydınlatamamışken daha.
insanlar her zaman zekice bir şey düşündüklerini zannederler,
insanız, var sayarız, kendimizi görürüz çeşitli aynalarda.
gündüzleri ışık açtırmamalı, geceleri de ışığı kapattırmamalıyım, öyle istiyorum diyerek,
karanlıktan korktuğumu söylememeliyim cesurca.
hem korktuğumuz bir şeyi cesurca nasıl söyleriz ki.
herkesin hayatında olmasını isteyeceği o kadın olmalıyım,
sonra insanları üzemeyecek kadar vicdanlı olduğum için yorgun düşmeliyim.
annemin duygusallığından şikayetçi olup,
sadece ona sarılarak ağlamalıyım açıklama yapmak istemeyerek.
ve onu özlemeliyim çocukluğumda beni bırakıp gidecek korkumu hatırlayarak.
gözlerim dolmalı.
hem zorunluluk olmalı hayatımda, meli malı eklenmeli eylemlerime,
"zorundayım" demenin daha zorunda olmayan yolu.
yazmalıyım,
bir şizofren olmamak için her gece ağlayan.
içimde ne varsa öyle böyle yazmalıyım, içimdekileri tüketmeden.
insanların yorumlarını duymadan.
hem ne gerek var insanlara?
hepsi bir saman yığını değil mi?
bulsam saman balyası olmayan adamı, saatlerce karşıma alıp konuşsam.
nerede öyle adam...
çakmağı tek çakışta yaksam.
balkondaki iki sandalyeyi kaldırıp atabilsem,
olmayan ailem için koyduğum.
insanlar dokuz saniye sarılınca güven bağı oluştuğunu bilerek sevişse.
araba seslerini kısabilsem.
çıkıp gelebilse sarılınacak adamlar, siyaha boğulmuş şehirlerinden.
turuncu gökyüzüne gelebilse.
babam gibi adamlara aşık olmayı bıraksam,
tanrı babanın bana bahşettiği adamı sorgulamadan.
can kazazın biraz şarkısını tüm yazı boyunca başa sarmasam mesela.
torunumun çocuğuna tavsiyeler yazmasam,
çocuk doğurmayacağımı bildiğim halde.
insanlar beni çözmeye çalışmasa, o ufak beyinleriyle.
benimle karşılaşma süsü vermek için beni takip edip karşıma çıkmasa beynini kullanmaya çalışan küçük adam.
kendimi bu kadar üstün görmesem, portakalın vitamini olarak kaldığımı bilerek.
boğazımızda tatlı bir yanma hissi bıraksın diye meyve suyuyla karıştırmasak alkolü.
hem erkek adam sek içer oğlum.
din adamlarının alkolü yasak, sigarayı nimet olarak saymalarına gülsem.
bir ddereye atsam tüm insanları,
hissetseler bir damla su olabilmeyi,
etleri başka insanların etlerine değerken.
bir rahibe temizliğinde ölsem,
sevişmeyi hep merak eden, rahiple.
ezan okunurken vicdan azabı çekmeyi hiç bırakmasam.
son günlerimi yaşasam bu şehirde,
paramparça hissederken kendimi.
parçalanarak kaybolmak daha iyi değil mi?
yavaş yavaş, acısını çekerek
her parçam için yas tutacak vakti bana tanrı bahşetmişken.
acılarımın keyfini çıkararak.

4 Haziran 2015 Perşembe

hoşgeldin, nasıl geçti günün?
'nasıl geçti günün?' diyecek kadar sıradanlaştım bugün.
balkonda oturdum, o sevmediğin kısa şortumla,
üzerime şalımı almayı ihmal etmedim tabi.
bir küçük kuş dolandı kısa ağaçların etrafında,
çekici yürüyüşüyle gri bir kedi apartmanın önünden geçti,
apartman kapısının önünde durdu, içeri baktı,
beğenmemiş olacak ki hapishanemi, o çekici yürüyüşüyle yoluna devam etti.
sigaramızı içtik karşıdaki fabrikayla,
gelen kadın kahkahalarını fon müziği yaptık, araba sesleriyle.
dumanlarımızı yarıştırdık,
dudaklarımı bedenimin bacası saydım,
tüm kirimi, nefretimi attım.
fabrika tabi açık ara geçti beni.
soğuk balkon demirlerine koydum ayaklarımı,
sanki rüzgar yetmiyormuş gibi.
sorgulamadım o an rüzgarı,
ayağımdan gelen titrek soğuğu da, sigaramla ısıttım.
yine çok sigara içtim bugün.
apartmanın sarhoş sahibi geldi bir ara, yere tükürdü apartmana girmeden üç adım önce.
karşıdaki banklarda gençler sarıldı, aşklarını cesurca yaşadıklarını düşünerek,
onları da sorgulamadım bugün,
kabul ettim şefkat dolu anne yüreğimle.
küllüğü unuttum bulaşık sepetinde, gidip almaya da üşendim
bastım sigarayı gider borusuna.
korkma bir şey olmadı, yakmadım bir yeri.
çok sessiz kaldı bugün cadde,
bir kaç sarhoş geçti arada,
üst komşu telefondaki adama attığı kahkahalarıyla katıldı bana bir kaç saat,
o da uyudu.
sokak lambasının etrafında gezen yavru kelebeklerle,
fabrikanın sönmeyen dumanı kaldı benimle.
hiç birine neden diye sormadım.
bir kelime dahi etmedim gün boyu.
bir sigara daha yaktım,
pislikleri atacak diye görevlendirdiğim dudaklarımın şerefine,
ve kabul ettim,
belki pisliğiyle içimi temizler diye.
"Gözlerimi kapattım ne yapacağını merak ederek.
kuş sesi,
akan su sesi,
rüzgar sesi,
duydum sırasıyla.
neredeyiz biz dedi,
odadayız dedim.
şuradan uçan kuşu görmedin mi, uzun tüylü olanı, dedi
uzun tüylü bir kuş göremeyecek kadar kördüm.
ırmaktan gelen su sesi ne kadar güzel değil mi dedi, sessizliğime tepki olarak.
su sesini duyamıyordum, gördüğüm siyahlıkla cebelleşirken.
rüzgarı hissetmiyor musun, bak yaprakların arasından tenine ulaşmak için o kadar yol geliyorlar.
bir rüzgar ne kadar iyi gelirdi terleyen bedenime."

dostlar beni hatırlasın bu gece.
karmaşık konuşmalarımı daha da karıştırmak için çabalayan,
beni yenmeye çalışan, ben düşman değilken kimseye
kendi doğruluğunu bana kabullendirmeye çalışan, oysa ki ben doğru yanlış ayrımının varlığına bile inanmazken.
beni deney faresi olarak kullanmaya çalışan, hazır bulmuş benim gibi deliyi, merak ediyor tabi nasıl delirdi diye.
dostlar beni hatırlasın.
bir kaç anı, kendine yakışan melodilere sığınır.
gün yüzüne gülümseme olarak çıksın anılar, ceylan ertem dinlediğinizde.
sahile oturup meyve yiyin mesela gecenin bir vakti,
kuşlar kabuklarını tırtıklasın küçük gagalarıyla,
münasebetsiz sarhoşun biri gelip işesin denize, sizden izin isteyerek.
biriniz taşkınlık yapsın.
son sigaranızı paylaşın, kaç kişiyseniz, otobüs beklerken.
dostlar beni hatırlasın.
sarhoş olup uyuma diye tutturduğum dostlarım hele.
martılara bağırışlarım gelsin gözünüzün önüne,
kendimi övmelerim,
hoşlarına gitmez insanların, göz korkutan insanlar.
beraber sevinmelerimiz oldu, nadir de olsa,
siz beni genelde suratsız ve garip olarak hatırlayacaksınız,
arada sıradanlığımın farkına varmayanlar olacak bunlar.
hiç birinizi sevmiyorum dostlarım,
bunu dile getirmekten hiç bir zaman çekinmedim,
aşık olduğu adamı unutamayıp tüm gemilerini yakan kadın,
hayal kırıklıkları olan adam,
gördüğüm en neşeli şalvarlı çocuk,
bir tomar gülümseyen yüz, her sabah.
bir tomar ağlamayı saklayan gülümseyen yüz.
bu şehirden gidiyoruz dostlarım.
dostlar beni hatırlasın.
yalnızlık gelsin benden sonra, hatırınıza.
yalnız olduğunuz,
yalnız öldüğünüz.

benim aşık olduğum yalnızlığım,
size bırakabileceğim en değerlim, görebildiğiniz.