31 Ekim 2015 Cumartesi

ikimizin sığabileceği genişlikte bir koltuktu. yanına yatmam konusunda ısrarcı görünmek istemiyordu, ama yanına yatmamı istiyordu. ısrarcı olmak  ona kendini kötü hissettirecekti. yattım. kolumu, o omzuma yatacak şekilde boyun boşluğuna yerleştirip saçlarını sevmeye başladım. kokusunu sevmedim, sanırım bu sıralar sevdiğim başka bir koku var. sevdiğim de denemez, alıştığım. saçları uzun ve ince telliydi, pofuduk bir kediyi severmiş gibi sevdim. tüm sokak kediler benim evladımdı. sıkıca sarıldı bana. bana ne çok benzediğini düşündüm o sırada. içimde bir yerde onun gibi sevilmeyi bekleyen korkak bir çocuk vardı, yine içimde bir yerlerde eski bir tahta tabureye oturup sigara içen buruşmuş kadına sarılmak isteyen. acıdım kendime. bana en çok sarılmasını istediğim insanlara sırtımı dönüp uyuma kararı almıştım. belki de o yaşlı kadının iğrenç biri olduğuna inandırmaya çalışıyordum kendimi. bir adamın kötü bakışları yüzünden uykularımı kovalıyordum başımdan, kötü bakışlar, acıtan sözler... hepsini tekrar ediyordum içimden. idamına dakika sayıyordum adamın.

adamı düşünmekten çabucak sıyrıldım, aslında o kadar da önemsemediğimi fark ettim o anda. bu umursamaz tavrım hoşuma gitti, dudak kenarından bir gülümseme belirdi yüzümde. gurur duymakla acımak arasında bir yerdeydim sanırım ama kendime tebrikler yağdırıyordum. karnıma koyduğum elimle başımın yanında kalan sehpayı yokladım. sigarayı buldum, onu rahatsız etmemek için paketi ağzıma götürüp dudaklarımla çıkardım sigarayı ve serçe parmağımla tutmaya çalıştığım çakmakla sigaramı yaktım. başını kaldırıp bakar gibi oldu. ama sonra vazgeçmiş olacak ki biraz daha sıkı sarıldı. bir elim boyun boşluğunda, diğer elimde sigara ben tavana doğru giden dumanları izliyordum. bir adam bana sarılmış ben onun saçlarını seviyordum. erkeklerde böyle mi hissediyor diye düşündüm, filmlerde gösterilir sevişme sahnesinin hemen ardından bir erkek benim şuan ki duruşumla sigara içiyor olur. o erkek karaktere benzemiş olmak biraz daha mutlu etmişti beni. beni bırakma tarzında adama sarılan saf kadın olmaktansa umursamaz tavırların sanki babasıymış gibi davranmak beni daha çok tatmin ederdi.

altıncı sigaramdaydı sanırım. ne düşünüyorum ben bu kadar diye sormuştum. yanımdaki adamla konuşmak yerinde her an yanımda hayaletini gezdirdiğim içimdeki adamla konuşmayı tercih etmiştim. ve ben ikisine de hiç dokunmamıştım. düşünmek ve hayaletlerle konuşmaktan öteye gidemeyeceğimi gördüm, acıdım, gurur duydum. kendime bile kararsız ve can yakıcıydım.

yedinci sigaramı içtim. küller halıya dökülmüş hatta nokta şeklinde bir yanık var. bizim evin halısı olmadığı için o kadar da kafama takmıyorum. "gerçekten üzgünüm"lerle günü kurtarabiliyor insanlar. bende onlara ayak uyduruyorum.



29 Ekim 2015 Perşembe

atlarız arabaya, kaç saat sürüyor demişti yolculuk? Yirmili bir sayı söylemişti. Batum kaç saat ki buradan? Gideriz tabi dedim. Uzun yolculukları hep sevmişimdir. "benimle yolculuğa çıkacaksın?" Dedi. O anki bakışı soru işareti içeriyordu. İçten bir gülümsemeyle elini tuttum. Elleri ince bir adamdı. Biraz da ne istediğini bilmeyen. Çocuksu yanına annelik ettim o sabah. Hayallerine dahil oldum, biranın tadı ağzıma geliyordu. Başka evlerde başka başka insanlar oldum. Kötü hissettim belki, evet kötü hissettim. Ama yine kendi evimde kendim oldum. Oturduğun yerde oturdum. Hayatıma giren adamları anıp senin kadar güzel sigara içemediğime yandım. Evime, sana döndüm. Sarıydın siyah oldum. Sen hep güzel kaldın.

27 Ekim 2015 Salı

güzel ev güzel gökyüzü.
çiftler geçiyor önümden, kadınlar dik dik bana bakıyor. Ve erkeklerin gözü yerdeki taşların çizgisinde oyun oluyor.
sigara dumanı yüzüme vuruyor.
yirmi iki otuz arabasıyla gidiyorum.
22:30.
söylenişi daha güzel.
gittiğim yerden veya gideceğim yerden.
her birinden huzursuzluk topluyorum.
saçlarını topluyorum yerden toprak ananın,
o saçını çektiğim için bana kızıyor.
betona sarıyor kendini, tüm saçlarını kesiyor.
adamlar karşımıza geçip konuşamıyor.
boyunları bükük kalıyor adamların ve meyhaneye sığmanın verdiği alışkanlık bahanesine sığınıyorlar.
deniz saçlarına sim dökmüş küçük bir çocuğa benziyor,
yağmurda ıslandığı adam onun saçlarını kurutuyor.
bu şehir savaş alanına dönüşüyor.
insanlar gölgemin olduğu taşlara basmadan yürüyor.
ben gölgeme sığınıyorum sahildeki gözlemecilerde karşısında sandalye olmayan tabureye oturuyorum.
denize karşı sigara içiyorum savaşmalarını izlemek istemeyerek.
belki de gölgemin rahatsız ediciliğinin farkına varmaktan korkuyorum.
güzel böyle,
 insanların kötü bakışları öldürüyor.
ben içten içe gülüyorum.

26 Ekim 2015 Pazartesi

Ağacın arkasına gizlendi kırmızı montlu kadın.ve ben bugün bir kadının yüzündeki itici ifadeye çağrıldım.
insanlar sevişiyordu köprülerde,
yıldızlara bakıyordu kadın.
yıldızlar güzeldi.
şarkının fonunda birileri bana sesleniyordu.
kal dedim küçük kızıma.
gidersen savaşmak için toparladığın gücünü kaybedecek ve kaçacaksın.
insanların beyinleriyle savaşamam anne dedi.
kızım yorgun düşmüş,
kızım kırmızı montunu giymiş valizini hazırlamış, yolun karşısında beni görmesini engelleyecek bir ağacın arkasında gitmeyi bekliyordu.
küçükken yıldız sandığım sokak lambaları uzaktan parlıyordu.
ötede yürüyen adamın sigarasında kaydı bir yıldız.
ben bir metrekare bile olmayan balkondan el sallamaya çalışıyordum.
kadınlar garipti, erkekler mide bulandırıcı.
ben küçük prensin koluna girmek ve onunla yanyana yürümek arasındaki ince çizgide uyuyakalıyordum.
bir adam sigara külünü attığı denizden balık istiyordu.
bedenim kendini yerden yere atıyordu.
benim küçük kızım tüm bu insanlardan kaçıyor,
ben bana bakmamasına rağmen ona el sallıyordum.
adamlar bana ben adamların haline gülüyordum.
acıtıyor.
üst geçitten aşağı sallandırmış kendini,
ölmek ya da ölmemek.
son seçeneği kimse umursamıyordu, ölememek.
uyku ilaçlarına sarıl kadın.
o adamın seni hak etmediğini gör.
acınacak halini haklı çıkarmak için debelenip durma.
benim kızım kaçtı,
senin çocuğun karnında nefessiz kaldı.
hayallerin bir kordona dolandı.
için içinde yandı.


küfür etmenin beni rahatlattığı günlerdeyiz. "kerhaneci çocuğu" diye bir küfür duydum bugün. Çok hoş değil mi, "keraneci çocuğu"? Ve bazı insanlara o kadar yakıştığını gördüm ki. Anons sesi veriliyor yine, lan bu mikrofonun sesi tuvalete kadar niye geliyor? Her neyse ne diyordum, keraneci çocuğundaydık en son. Bugün bir keranecinin arkasını temizledik, e çünkü içine sıçılası bir iyi niyetimiz var. Bu kadar küfürlü yazdığım için kendimden tiksindim şuan. Şu sıralar yanımda her zaman görebileceğiniz esmer çocuk sinirlendiğinde ve hatta sinirlenmediği zamanlarda da küfreden biri. Ki sinirliyken güzel küfrediyor. Bana küfür hiç yakışmıyor mesela. Küfredemiyorum. Sigara içişimde çok komik. İçemiyorum lan. Olsun.
bazen kendime şaşırıyorum bende, istemsiz bir mekanizma sinirli veya içinden çıkılmaz bir durum olduğunda beni ele geçirip en mantıklı şeyi yapıyor. En azından sadece yüzsüz diyorlardır, bir de çirkef yüzsüz olmak var. Her neyse. Bir adam sadece yazılarımdan kendine pay çıkarmak için bana yanaşıyor. Ve adamlardan tiksiniyorum. Oyunculuk konusunda beni geçiyor insanlar, bu hoşuma gidiyor. Şizofren miyim acaba? Neden hep şizofreniye bağlıyoruz ki hemen, her ruh sağlığı yerinde olmayan şizofren mi olmalı değişik bir adı vardır belki bunun daha afilidir misal.
hayatımı güzelleştiren ve bir o kadar da canımı acıtan sihirli yüzüğümü yanımda gezdiriyorum her gün. Nerden çıktı şimdi bu? Keraneci çocuğu diyordum en son. Her şey birbirine karışıyor beynimde. Olaylar cümleler bakışlar.. Çok sevdiğim bir dostum antidepresanlarına geri dönmüş. Bir fırt versene ya da bir tur döneyim falan diyorum. Guzel kafası varmış. Benimle psikologa gelsene dedim ona bugün, adama kafayı yedirtebilecek olduğumu bildiği için tepki veremedi o an. Psikologluk garip meslek doğrusu. Klozete oturmak gibi. Kolay gelsin psikologlara.
insanlar..
insanlar dostlarım.
dostlarım?
ilk yazımda dediğim gibi, kim lan bu benim dostlarım?
öze hasretim, sana hayran, ve hiç olmayan birine aşık.
içim ölürken yanında yürüdüm.
kimin yanında?
uyumak istedim yanında.
uyumak.
uyumak ölmenin provası değil mi?
rüzgar oldu nefes ve saçlarıma karıştı.
karışsın istedim.
özledim.
bir sürü ses birbirine karıştı.
ben şehrin tüm üst geçitlerinden atlamak, tüm oyun parklarını yakmak istedim.



23 Ekim 2015 Cuma

yağmur yağıyor,
tanrı bu şehirdeki aşıkları seviyor olacak ki onlar için romantik ortam hazırlıyor. Belki de tanrı duygusal bir pezevenktir diyorum içimden.
bir film özentiliğinden beş dakika fazlası olmayan adamların içlerinden geçirdikleri şeyleri dinliyor, bu konuda tanrı babaya çok kızıyorum.
sen bilmiyorsun diyor bana, kötülere planlarının yürüdüklerini hissettirmelisin diyor.
büyüyorum.
her konuşmamızda biraz daha büyüyor ve onunla tekrar konuşmak için fırsat kolluyorum.
martıların çığlıklarına karışıp bana geliyor sabah beşte.
yağmur olup sarı sokak lambasından kendini gösteriyor.
şiir okuduğum kediye daha önce ekmeğinden bir parça koparıp vermiş küçük bir kız çocuğunun içine doğuyor, izleyebiliyorum.
ben onu buluyorum,
tanrı baba gülüyor.

22 Ekim 2015 Perşembe

bugün tatlı bir yorgunluk ve her şeye isyan ediş isteğimle yazıyorum sana. bünyem artık çoğu şeyi kaldıramaz duruma geldi. yokuş yukarı yürüyemez hale geldim ve tabi koşamıyorum. sigara oldukça zarar vermiş ciğerlerime, ama ciğerlerim oldukça memnun halinden. siyah onlara yakışıyor. fabrikada tütün saran kıza özeniyorlar sanırım. ne güzel şarkıydı değil mi o?
çaya olan bağlılığım her geçen gün artıyor, artık paramın büyük bir kısmını bu ikiliye harcıyorum; çay ve sigara.
insanları garip buluyorum son günlerde. ve annemin her zaman bahsettiği o kötü insanlarla tanışıyorum. hani her zaman "kimseye güvenme herkes kendini düşünür, insanlar güvenilmezdir seni sırtından vuracaktır" derdi ya. o tarz insanlarla tokalaşmaya başladım son zamanlar. ve ellerimi kirli diye kesmek isteyerek uyandım bu sabah. insanlar farkında mı? ya da insanların umrunda mı? iyimser olmanın zararlarını yaşamaya başladım. "bu kadar saf olmamalısın sana zarar veriyorlar gözlerini aç artık!" ile onlara çocukluklarındaki saflıklarını hatırlattığım için ilk önce bana sonra kendilerine kızdılar. tabi bunu da gerçek değer verdiğinden emin olup olmadığımı bilmediğim insanlar yaptı. herkese anne şefkatiyle yaklaşılamazmış mesela bunu öğrendim. kadınlarla arkadaşlıklarımın gerçekten berbat olduğunu kendime hatırlattım. farkına varmadan kadınlar, onlara bazı haklar tanıdım, ve bunu da sadece beni sevsinler diye yaptım. içlerindeki pislikleri görmezden gelmek istedim hep. sanırım en büyük hatam, küçük pollyanna olmaktı. her şey o kadar güzel değil, dünya pislik yuvası.
kötü hislerin üzerimde birikmesindendir ki, parmağımı bile kendi bilincimle oynatmadım. kuklaydım adeta, ve kukla ruhları beni hareket ettiriyordu. iyi buldum bu ismi; kukla ruhları. aferin bana.
o gece, o kadının yüzünü gördüm. ilk defa birinin kader çizgisini silip çizginin izi kalmasın diye defalarca karaladım. karalamam da güzel bir kadın sureti belirdi ve ben ilk defa birinin geleceğini değiştirdim. bu güç bana ağır gelmiş olacak ki zamanın nasıl aktığını hissedemeyecek duruma geldim.başımın arkasına bir saat çakmışlar ve her saniye donuk bir ses çıkarıyor gibi.
bilmiyorum, bir adama aşık olup o adamın kaderinden kendini silmek nasıl bir ruh hali gerektirir, pişman mısın diye sorarsan... kanser kola yayılmadan elini kesip atmasına yardımcı oldum derim. çok saçma değil mi dostum, çok ihtiyacım varken, ihtiyacı varken. acı çekmekten korkmak çıldırtıcı değil mi?! bilmiyorum. neyi ve neden düşüneceğimi bilmiyorum. bir satranç oyununda olmadığımızın farkına varmalılar.

20 Ekim 2015 Salı

sana çocukluğumu anlatmadım mesela,
büyüdüğüm evin bahçesinde oturup bir sigara içmedik karşılıklı, ben sana aklıma gelen anılarımı anlatırken.
saate bakıp saat onu yirmi iki geçiyor bak biz bu saatte hiç öpülmemiştik diyerek seni öpmedim.
fotoğraflarıma bakıp saçma saçma yorumlar yapmadın.
annem ben uyurken fotoğrafını çekmiş küçükken onu görüp "aa uyurken aynıymışsın" demedin.
sokakta sabahlayamadık seninle.
insanların yanındaki yapma mutluculuğumdan sıyrılıp sana geldiğimi göremedin.
insanlar görmez.
ben kör bir dilenciyim.
ben korkak bir sokak lambasıyım.
kaçar babamın eteklerine sığınırım.
ben sigaranın can verdiği son noktadayım.
henüz yanarken bir kenara fırlatılırım.
ben otuz sekizinci bölümüyüm kitabın,
ezbere bildiğin.
ben bir şarkıda aklına düşer bir şiirde ben deliyim derim.
"ben olsam bakmam bana, bir çorba bile yapmam bana, tüm bunları sen öğrettin bana sevgilim."
neden bu kadar sinirlendiğini anlamaya çalışıyordu kadın, acaba hangisine kızmıştı. Onu sinirlendiğini söylememesine mi, ona aşık olmayışına mı, yoksa bir adamın varlığına mı? Dürüst olmak gerekiyordu, kafadaki hain planlarıyla birlikte onlar konuşurken cümlelerinde yatan imalar yan tarafta birbirlerinin saçını çekiştiriyorlardı. Adam başka birinin varlığına sinirlenmiş olabilirdi. Veya bugüne kadar kadının gizlediği şeylerden sadece birini duyması ona kendini bu kadar kötü hissettirdiyse daha sonra gelecek olanların kim bilir ne acılar yaşatacağını düşünmüştür. Bir an sinirini kustu adam, kadına olan bastırdığı o öfkesinden bir tokat yapıp kadının suratına patlattı, bir bankta sessizce otururken. İnsanlara kırık güvenini de kadına yığdı, kendisine olan sinirini de gösterdi. Kadın ağladı. Kadınlar hep ağlar zaten. En küçük şeye bu kafa hüzünlenip ağlamak niye ey havvanın torunu? Yanında biri olunca ağlayamayan ve insanların etrafta oluşunu göz önünde bulunduran kadın ağlamayı kesip bir sigara daha yaktı. Adam konuşmaya devam ediyordu. Adam çok güzel konuşuyordu, kadın bir an buna odaklanmıştı. Ne anlattığını umursamadı bile, her zaman onu dinlemeyi sevmişti. Kadın duymadığını sandığı cümleleri dibe itmeye çalışırken buldu kendini bir süre sonra. Adam güzeldi, kadın kurnaz ve vicdanlı.
Bir gün dedi kadın, bir gün seni şaşırtacağım. Bekliyorum dedi adam, uzun zamandır bekliyorum diyen bir ses tonu vardı. Adam aşıktı kadına. Bu kadar sinirlenmesi, üzülmesi kendine "iyi bok yiyorsun" demesiydi. Erkekler yanlış kadınlara aşık olduklarını gördüklerinde nedense sinirleniyorlar. Midesinde o yanma hissini düşündü kadın, adamın yerinde olsa midesinden başlayıp tüm vücudunu ele geçiren bir yanma hissi doğardı. Adam kendini durdurmaya karar verdi artık, kanserli eli, kanser kola yayılmadan kesip atmıştı. Engeller koydu önüne. Kadın sinsi planında ilerlerken bir an için unuttu, adam kadına aşık oluyordu. Ve her his gibi bu da karşılıklıydı. Kadın hayatının ne kadar çirkin olduğunu görmezlikten gelmemeyi ve bazı tokatların başkaları tarafından yüzüne vurulabileceğini gördü. Bu gerçekti. Canı yandı adamın ve can yaktı. Eğer istemeseydi canı yanmazdı kadının.
Kendinden itmenin yüzlerce yolundan en güzelini seçen kadın düşündüğünde başarılı olup en büyük kaybı yaşadı. En güzel kayıp, en acı enkaz. Tanrı baba kollarını açmış sol kolunda kadını sağ kolunda adamı uyutuyordu.

19 Ekim 2015 Pazartesi

yokluk.
olmayış, duyamama, hissedemeyiş belki.
yok oluş.
içimde ölümü bekleyen yaşlı bir kadın,
oyun oynamak isteyen çocuğa bağırmaya son vermiş.
artık umursamıyor, içim beni.
sigara içişime kızmıyor,
tanımadığım adamlar beni öperken tokat patlatmıyor çirkin yüzlerine.
aşağılar bir gülümseme iniyor dudaklarından.
sessizce bir sigara daha yakıyor, sabahı bekliyor saat kaç olursa olsun.
zamanın geçmesini, siyah bir pelerinin altına sığınmayı bekliyor.
kaçıyor bazı geceler, huzurla elele uyuyor.
ölüm böyle bir şey olmalı diyor, böyle bir kokusu olmalı.
ölünce bedenimden bu koku yayılmalı.
bana usulca yaklaşıp fısıltıyla sorular sormalı.
ölümü bekleyen yaşlı bir orospuyla, oyun oynayamamış bir çocuk adeta savaşıyor.
artık orospu, çocuğu duymuyor,
çocuk artık eskisi kadar hevesli değil.
uyandığında nerede olduğunu bilemediğin anlık sersemliği hatırlayarak uyanıyor,
bir insanın ilk aklına düşenin böyle bir şey olması ne acı.
hırkasının bilek yerlerindeki ufak yanıkları parmaklarıyla gizlemeye çalışıyor,
sigarasını içerken.
her zaman onu izleyen çocuğa yaralarını göstermemesi gerekiyor.
hafif nemli saçlarına sinsin istiyor duman,
kokudan rahatsız olup gelmesin çocuk.
orospu dediğin ağlar mı be, ağlamıyorum diyor içinden.
sigara yakıyor.
eti ölü bir orospuyum artık ben diyor,
azrail bile beğenip almıyor tenimi diye isyan ediyor.
dünya üzerinde yakmış kendini, tüm bedeni kül.
bir kavanoza sığdırıp kendini atamıyor bir nehre, ya da miras bırakamıyor kimseye.
artık daha yoğun hissediyor, içindekileri.
söylenmeyen ve yazılmayanları,
kimsenin ulaşamadığı ütopyaları.
buruşmuş ve sarkmış kalçalarını yavaşça kaydırdı ve balkondaki oturakta yer açtı.
çocuk yavaşça ne olduğunu anlamaya çalışarak oturdu kadının yanına,
dünyayı çıplak ayakla sevmiş köylüler onları izliyordu.
ölümün kokusunu duymuş köylüler,
hepsi birden ölmek istiyordu


12 Ekim 2015 Pazartesi

saklar sırrını yastık altında,
sigaralara sarar kendini,
sararmış dişlerinden öpülür kadının.
ilk içtiği günü hatırlar şu mereti.
ah be kadın.
kaç adamı saklar kalbinde beyazlara sarıp,
evladı sayar.

6 Ekim 2015 Salı

nasıl gözüktüğümün çoğu zaman bir önemi kalmıyor.
yada masanın üzerinde uyuyakalmamamın.
bir kadının yüzündeki asık ifadede kendime geliveriyorum.
yazıyorum, ya yazıyorum.
bu kadınlara rağmen hala yazabiliyorum.
bağıra bağıra şarkı söyleyebiliyorum.
bir adamla karşılıklı şiir okuyabiliyorum.
arka fonda güzel bir şarkı,
ben manzaraya karşı duran camdan yansıyan yüzüme şiir okuyorum.
aklımda gereksiz bir melodinin üzerine yazılmış melodiden daha gereksiz sözler başa sarıyor.
şarkılarıda sevmiyorum ya.
bilekliğimin tokası bilgisayara vurup ses çıkarıyor,
kadınlar buna  kızıyor, ben bilekliğimi çıkarıp pat diye atamıyorum
edebiyat yapmadığımı anlamayıp bana karşı gülüyorlar.
gülsünler soytarılar, ben bir lambanın anahtarını indiriyorum.
donmuş patates yiyorum  gecenin bir vakti,
su sesleri geliyor banyodan, aksi kadın geldiği yere lanetler savuruyor bir metrekare bile olmayan duşa kabinde.
sarhoşken diyorum,
hangi şarkı ayıkken yazılmıştır ki,
uyuyakalacağım belkide bu tahtakurusu sandalyede.
yıldız alkol almadan yazamaz ki bu satırları diyorum,
illa ki edebiyat okumak gerekmez insanı görmek için.
neyse işte, yine bir dostun yanında, yine bir fazladan insan oluyorum.
kurallara uyuyorum ya, kurallara bu sefer cidden uyuyorum, uyuyorum.
bedenimi sevmeyerek insanlara sövüyorum.
kendime yeterince doyuyorum, doyuyorum ya gereksiz yere tuşlara basıyorum.
bilgisayar bulunmadan önce yaşamalıymışım, kağıt kalem önemliyken hala.
teknolojiyi tatmadan ölmeliymşim.
ölmeliymişim ya, çantasında gizlice tütün taşıyan ve davetlerde nezaketen alkol alan bir kadın olarak ölmeliymişim.
kafa yapan bitkileri keşfedemeden insanlar ben insanları izlemeliymişim.
sarışın adamlara zaafım daha başlamadan bitmeli,
ben bir üst geçitten aşağı kendimi sallandırmadan bitmeliymişim.
ölümlerimi görürüm düşlerimde, cesedim on dokuz kokar, hem de daha taze.
mutsuz kadın suratlarına ağlarım gecelerce, bir duş başlığını anımsatırım sersemliğimle.
ben deliyim diye başlayan bir şiir okurum bir adamla,
güzel adamlar tanırım mor ve siyah.
içimi açarım nezaketle, usul usul.
içime acırım.
ne yavansın be kadın, ne acımasız yokluğun, ne küstahsın gidişinde..
kendime yanarım.
derdim bir bana bilirim.
yüzüm bir aynada düşer,
adam bu karı herkesle sevişebilir der,
ah gülüşüne güzellik kattığım sen nereden bilirsin kadının seninleyken huzur hissettiğini..
hiç kimsede tatmamış huzuru sana sarılırken bulmuş.
huzur dostum, huzur.
adam ne bilsin sarılmanın kokusunu.
sarışın adamları görmesin gözün, yok, yokluk renkleri.
sen ne bilirsin be adamın sadece elini tutup uyumak istemesini.
elini yanağına koyup "böyle kalsın ötesini istemem demesini"
düzüşmekten ibaret gecelerin ne öğretmiş ki sana.
ah be kadın.
özlersin böyle.
özlersin ya, hem sesini hem sohbetini.
tanrının sesini, sazlıkların dansını, yengeçlerin kaçışını özlersin.
anca alkol kana karışınca özlersin zaten.