26 Şubat 2016 Cuma

huzurlu oluşu garipsemek, biraz garip değil mi? evde oturup müzik dinleyip ot içen bir adam ve bana şefkati öğreten küçük yuzlu bir adam.bir adam, bir adam daha. Ne çok adam var bu şehirde? ve ben beni gören kadınlara sırt çevirip beni gören adamları düşünüyorum. tabi sadece düşünüyorum, öylesine aklıma geliyorlar, onlara da sırt çeviriyorum. sanırım tüm insanlara yüzümü göstermekten korkuyorum. yüzümde ateşte ısıtılmış iğne izleri var sanki. Yaşlanmış yüzdeki açılmış gözenekler gibi. Sanırım yaşlandığımı insanların fark ettiğini bilmek canımı sıkıyor. Tek başıma oturup evde itiraf gecesinin tadını patatesli omletle çıkardım.

24 Şubat 2016 Çarşamba

güzel bir ritim var, kulaklarımda. başımda bu ritimde sallanmakta. saçlarım bağımsızlıklarını ilan edip dans etmek istiyorlar. sadece bunlarda değil, vücuduğumun her yerinde dolaşan paylaşılmışlık, gövdemin bir yerindeki merkezinin ritminden çıkmış, kulağımdan bedenime giren ritme ayak uyduruyordu. adam ayak parmaklarıyla davulu çalıyordu, kadın elindeki bardağa tırnağıyla kemandaydı. bir kaç insan oldukları yerde sallanıyordu, güzel gitar telleri olmuşlardı. gitarın ne kadar itici bir müzik aleti olduğunu varlıklarıyla bana hatırlatmışlardı. bir an için kendimi tüm ritimlerin içinde, hatta ritimleri içimde bulduğum için iticilikleri görmezden gelme kararı almıştım bu gece. balkona çıktım, gitarın la teli olarak. lala lalala... gökyüzü, aman tanrım bu ne kadar muazzam bir gökyüzü. içinde bir sürü kedi var, ve bize göz kırpıyor. yaşasın fosforlu kedi gözleri, yaşasın yıldızları yaratırken karanlıkta yeryüzündeki kediler korkmasın diye gökyüzüne kedi gözü koyan tanrı! gökyüzüye ne çok anlam vermişsin tanrı, benim ciğerimden çıkan duman başka bir bedene giriyor. şurada duran kadının bedenindeyim, bardaki adamın sigara dumanı benim ciğerime tutunmuş bir siyahlıkla. bir bebeğin nefesini çalıyorum, otobüsteki tacizci adam nefesimi içine çekiyor. kötülüğü de taşıyor mu hava? yok, yok hayır kötü düşüncelere yer yok. hem ben mutlu suratımı takınmadım mı bugün? mutlu insanlara, mutlu insan olmaya!

20 Şubat 2016 Cumartesi

göbeğini şişirip dindiriyordu, kendini tanıma yollarını arıyordu belli ki, ciğerlerinin varlığından emin olmak için sigara içiyor ağrıyı hissettiğinde mutlu oluyordu. zamanla geçiyor ciğer acısı, sigara puroya dönüyordu. yemek borusundaki kasların hareketini hissetmek için şarap içiyordu sabahları. sabahlar güzel. sabahlar acı. sabah ayrılırsın evden, adam seni otobüse kadar bırakıp kendi yoluna gider. otobüsü bekleme nezaketi de gösterir hem de. kaçacak yeri olmadığından sabahı bekler gitmen için. yetişmesi gereken yerler olur. bazıları da kendine dokunup beyninde başkasını bulur. kendi iğrençliğinde yüzünü yıkar. insan yüzü ne acıdır dostlarım, benim gördüğüm yüzleri görebilseniz tüm aynaları kırar üzerine siyah kedileri oturturdunuz. üşüyorum dostlarım, sobadan golgesi vuran ateşte ısınmak yerine gölgesinden resimler çıkarıyorum. binaları köpeğe benzetiyorum, yoldan geçen gençlerin mutluluğunu izliyoruz. ben tüm adamları öldürüyorum, yüzlerine çiviler batırıyorum, kadınlar bedenlerini tanımak için karınlarını şişiriyorlar.

16 Şubat 2016 Salı

güzelin kötü oluşuna her zaman inanmışımdır. Güzel başlayan yazlar, haplarla biter. Güzel başlayan işler aksilikler tekerine yapışır. Güzel hissettiren ilişkiler rezaletle sonuçlanır. Tam biri için güzel bir şeyler yapacakken hayatının ne kadar kotu olduğunu yüzüne vurması gibi. Kadın erkek fark etmiyor, tüm kadın ve erkeklerden nefret eder hale geliyor insan. Ben küçücük bir odanın içerisinde güzel hisler yetiştirmek istiyorum. Saçlarım büyüsün çiçek açsın. Güzel filmler izleyeyim penceremden ve daha fazlasına ilişmeyeyim istiyorum. Ne alkol yardımcı olur bir insana katlanmaya ne sigara seni sakinleştirir. Antidepresanlarıyla yaşayan bir kadın olacağım ben. Saçları pembe, yüzü çirkince buruşmuş, elinden sigarasını cebinden haplarını ayırmayan bir kadın olacağım. İnsanlar birbirlerini ölüme hazırlar, her tanıdığımız insan bir nevi celladımızdır. İnsanların birbirlerini her gün öldürdüğünü görüyorum, çocuğumu öldürdüm be mesela. Çocuğumu daha şimdiden öldürdüm. Mutlu olmayı öğrenemedim, ona mutlu bir hayat nasıl yaşanır öğretemeyeceğim, o şimdiden ölü bir bebek sayılır. Umarım beni affeder kendi çocuğum. Ben annemi affediyor muyum cidden? Peki ya babamı? En son sevdiğim adamı? En son sevdiğimiz en çok sevdiğimizdir her zaman. Bay e.k.'yı affediyor muyum ben? Bay e.k. O kadar uzun bir bekleyişti ki. Neyse tanrı babayla bir anlaşma yaptım. O bana küçük bir oda verecek ben tüm cellatlarımı affedecek onlardan af dileyeceğim.

14 Şubat 2016 Pazar

tanrıya merhaba. Kaç zamandır, kaç zamandır dediğimde yaklaşık üç hafta artı yoğun geçen iki saat,bu kadar süredir çabalıyorum. Yazabilmeyi deniyorum, sıradan insanların sevebileceği tarzda, popüler yani. Popüler romanlar, popüler hikayeler... Popüler denemelere benzer bir deneme bile yazamıyorum. Okuduğum denemeler, makaleler sanırım hiç bir işe yaramıyor. Örnek alabileceğim bir tarz yok. Ve az önce eski yazılarımdan birini okudum ve kendime hayranlıkla baktım. Çok güzel yazmışım, ve artık kendimi ifade edemiyorum.

6 Şubat 2016 Cumartesi

soylenirken buldum kendimi. Yine kendime kızıyordum. Baş harfleri buyuk yazan telefona sövüyordum. Kendimi bundan daha kotu hissettiğim zamanlar oldu. Ama yine annem gibi dünyaya ve düzenine sövdüm. Tanrı sevimsizliklerle dolu yaratmıştı, matinesini yaşıyordum hayatın, enerjisi daha düşük. Böbrek taşı düşürsün diye bira içmek gibi, bira içiyordum. Etraftaki herkes bira içiyordu. Hepsinin içinde bir taş vardı, ve bira sadece taşı yıkıyordu. Parfümcü kızla saçma bir diyaloğa girmiştim, bana iyi gelecek bir konuşmaya ihtiyacım vardı. Benim için değerli biriyle konuşma isteğim bir dakika boyunca çalan ve bitirildi yazısıyla son bulmuştu. Bana kimse iyi gelmek istemiyordu. Tanrı içtiğim biraları affeder mi? Peki tanrı sevişmek için cesaret birası içen adamları affeder mi? Tanrı gerçekten affetmeyi sever mi? Bu insanlar gülüşlerinin ne kadar iğrenç olduğunun farkında değil mi, bir de fotoğraflarına yüklüyorlar gülüşlerini. Bedenimi kaça bölersek dört yaşında çocuklar olup kendimle oyunlar oynarım. Benimle oyun oynamak da hiç güzel olmaz, ben hep mızıkçılık yapardım. En azından oyun arkadaşlarım boyle söylerdi. Hepsi evli şimdi, çocukları bile olmuştur belki. Kendimle konuşmalarım niye bitmiyor, niye kendime kızıyorum. Niye insanların düşünceleri bu kadar önemli. Tanrı neden herkese duşunmesi için bir beyin verdi? Tanrı babanın küçük kızı olmadığım gerçeğiyle yüzleşmek can yakıcı. Ahmet Erhan şiirleri okusunlar beni uyutmaya çalışırken, sabahları annem Ahmet Kaya şarkısıyla ilk sigarasını içtin. Ahmetler bu kadar hayatımın içinde ne zaman yer etti. Dünyadaki acılar neden bir diken olup ellerime batıyor, ellerim çok acıyor. Doğumum şu binada oldu, benim gerçek doğumum. Peki doğduğum yerde olmak neden bana acı veriyor? Acaba şu ilaçları kullansam insanların yuzleri küfür mu ederim yoksa kufredecek kadar değersiz olduklarını mi görürüm, ben bana yeterim. Yeter! Kendime tüm yeterlerim. Kar yağıyor, saçlarına kar yağmış bir adamla tanıştım. Değişik adamlar. Kadınlar da değişik. Çantalarında ruh halleri ve dolaplarında yüzlerce çanta olacak kadar savurganlar. Söyleyeceklerim bitmedi, ve ben her konuştuğumda canımın acıdığını hissediyorum. Yerdeki kareleri sayarken aralarındaki çizgiler kayboluyor, kadınlar kalçalarında bebekler taşıyor.

1 Şubat 2016 Pazartesi

"avuç içlerinin eşitliğinden geliyoruz. Parmaklarımızın gölge olup duvarda oynaşması mandalina kabukları sürüyorsun elime, ben toprağa dokunup yeni ağaçlar filizlendiriyorum. ışıklarını kapatıyorlar tüm odaların sen bana şiirler okuyorsun. ben boynunda bir bulut oluyorum tüm gökyüzü sen kokuyor." Nasıl bir his olduğunu bilmiyorsun. küçükken anneme sarıldığımda tüm gücümle sıkardım kollarımı, bu bir sevgi gösterisiydi. Aynı zamanda bir korkunun dışa vurumu, onun kaçıp gitmesinden korkardım hep. Ve her fırsatımız olduğunda ona sımsıkı sarılırdım. Zamanla büyüdük, annemin hayatında artık küçük dünya ben değildim. Benden daha çok sevdiği insanlar olduğunu ve benim sadece bir donemin bahanesi olduğumu gördüm. Sana sarıldığımda küçüklüğümdeki gibi sarılmak istemiştim, kokudan olsa gerek. Gerçekten çok güzel kokuyorsun. Küçücük bir bedenin var, sana sarıldığımda kemiklerini ezecekmişim gibi hissetmeme neden olmuştu. Kemiklerine ellerimle dokunabiliyor, kaburga kemiklerinin arasından düşüyordum. Sana sarılmak, en içten sarılmalarıma katıldı. Seni izlemek çok güzeldi mesela. Vücudun çok sadeydi, kıskanılasıydı. Hayranlık duyduğum bir bedenin vardı. gecenin üçünde yemek hazırlayan biri vardı artık bana, yumurtaya karşı olan karşıtlığımı bilmeden. Benim hakkımda bildiklerin ve bildiğini sandıkların... Sana yalan söylemek istemedim. İnsanlara yalanlar söylerim. Yumurtanın kokusunu sevmem, soğan ve mandalinayı sayende sevdim. Normalde mandalina da sevmezdim, portakalcıydım ben. Hatta sırf portakal için kışın gelmesini beklerdim. Ne diyorum ben, konumuz meyvelere karşı olan duygularımdan biraz daha öte. Dünyada hayal ettiğimden daha çok kötülük varmış ve ben bunun daha fazlası olacağını da düşünüyorum, en az dünya nüfusu kadar. Çok kotu insanlarla yüzyüze geldiğime inandım, sanırım tanrı senin güzelliğini göremeyeceğimden korktuğu için boyle bir şey yaptı. Belki de ben dünya tamamen kötülükle dolu dediğim anda seninle tanıştım bir anda.