1 Ocak 2017 Pazar

saçları siyah ve itici duracak şekilde uzundu. eskiden bir ara modaydı bu saç tipi, ama şuan oldukça itici geliyor insanın gözüne. post cihazı hata verince istersen şifreni söyle ben yazayım dedi, bense sadece gülümseyip elimin altında olan diğer kartı uzattım. tabi o zamanlar böyle yerlerde insanlar silahlı saldırılar sonucunda ölmediği için öleceğiz korkusu olmadan rahat ve zamanı önemsemeyecek şekilde hareket edebiliyorduk. sonrasında ne kadar sürede eve gittiğimi hatırlamıyorum. ama bir ara çok hızlı yürüyordum, bunun da o sırada serçe parmağıma vuran ayakkabının verdiği acıyla fark etmiştim. anahtar deliğini çok rahat bulmuştum, ayakkabılarımı çok düzgün bir şekilde çıkarmıştım, o salak çantada pijamalarımı hemen bulabilmiştim. üstümü değiştirirken, eskiden neredeyse her evde bulunan vitrinlerin bir parçasından elbise dolaplığına terfi etmiş dolabın üstündeki biblolar takıldı gözüme. onları sakin bir tavırla pencerenin önündeki yatak olarak kullanılan koltuğa dizdim teker teker. yanlarına oturup bir sigara yaktım, zenci bir adamın şarkı söylediğindeki mutluluğu sabitleştiren bibloya sinirlendim. mutluluğun tüm güzelliğini kaçırmıyor muydu? mutluluk kısa sürdüğü için kıymetli değil mi, sonsuza kadar sürdürme isteğini kim barındırıyorsa bu bibloya sebep olan, hayatımızdaki şeyleri değersizleştirdikleri için onlara da içimden sövdüm. bir şey söylemeye mecalim var, isteğim yoktu. küçüklüğümde hep imrenmeme rağmen annemin alamadığı barbie bebekler yerine alabildiğimiz tombul çirkin bebeklere benzeyen bibloyu elime aldım. gülüyordu. camı açıp onu sakince camdan aşağı fırlattım. bana, beni terkedip başka bir kadına ve başka çocuklara giden bir adamın bıraktığı sefaletten dolayı hayallerimden vazgeçmem gerektiğini öğrettiği için. o ses, bu sefer beni güldürdü. daha çok gülmek için sırayla atmaya başladım. attıkça daha çok zevke geliyordum, ve nasıl kırıldıklarını izliyordum. aşağı atacak biblo kalmadığında kaç saat daha pencere önünde sigara içtim bilmiyorum. ama hava açık maviye dönmeye başladığında, ve yine bunun gibi burnu sızlatacak bir soğukluktayken, "ben buradayım! bu dünyada ben de yaşıyorum! sizin kadar bende insanım!" dediğim günün bu saatinde camda sigara içen kadın bu sefer ben oldum. o kadın ne kadar da güzeldi, onun kadar olamam tabi. saçları dağınık bir şekilde topuz yapılmış karamel rengiydi. sigarayı benim gibi saçma bir şekilde değil de daha kadınsı içiyordu. büyük ihtimalle fazla gürültülü bir gecenin ardından kocası işe hazırlanırken o bu saatlerin güzelliğini kaçırmamak için camda sigara içmek istemişti. ne değişik bir sabahtı. alışmam gerektiği halde kabul etmediğim bir vazgeçişin anısına küçük prensi her akşam okuyan bir adamın apartmanına dört saat boyunca bana tanıttığı küçük prensin resmini yapmıştım. ben olduğumu bilsin diye de sprey boya kutularını da iki ayak boyu aralıklarla çift sıra halinde dizmiştim. küçükken ambulanstaki bir hemşire bilincinin açık olup olmadığını kontrol etmek istiyorsan yukarıdaki ışıkları say demişti. düzenli aralıklarla, çifter çifter dizilmiş. bilincim açıkken bunu yaptım, demenin en ben dilindeki yoluydu. tabi ben bu anımı ona anlattığımda beni dinlemişse ben olduğumu anlar. parası olan insanlar nasıl sevgilerini gösteriyor acaba, tonla para verip aldığım kıçı kırık bir parfümü beni hatırlaması için götürüp bıraksaydım ne kadar etkili olabilirdi ki, hem zaten götürüp bırakamazdım çünkü sitedeki güvenlik "misafiriniz var bilmemne bey" diye bu godoşu arardı. ah güvenlikli bir sitede oturamayacak kadar fakir adamları sevmek her zaman daha iyidir. ama sitede oturmayan adamlarda gider. kadınlar ise güvenlikli sitelerdeki adamlara gider. herkes bir yerlere gitmek için debelenip duruyor, bazen birbirimizden kaçmak isteyecek kadar tiksinç miyiz diye düşünmüyor değilim. düşünceler çoğu zaman duymuyor. umarım sokakları temizleyen amcalar biblolardan dolayı küfretmez, yirmibirinci yüzyılda hala sokakları amcalar temizliyor değil mi?



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder