22 Mayıs 2015 Cuma

"yanından geçen arabanın yavaşlamasından hissettiğin o bir anlık telaş. Oysaki küçükken korkardın arabalardan.
Aynalı camın arkasından varlığını bilmediğin insanın seni izlemesi.
Susayınca şerbet içen bir adam. Kim susayınca yakar ki içini?
Açık tenli bir adam. Yaşlanınca buruş buruş olmasını hayranlıkla izlenecek kılan.
Hafif çekik gözleri, çocuğuna bırakacağı belki de tek kıymetli miras.
Kaçtığım yüzünü görmemek adına.
Şehirlerce uzaklaştığım.
'Kaç kilometre lan buradan orası?' Dedirten.
Sonra cesaretimden korkutup beni daha da uzağa iten.
Kaç sarılma yaşadın benden sonra?
Kaç bira içtin?
Kaç kediyi sevdin?"
Bu gecenin mükemmelliği olan saçmalıklarım. Saçma kelimesini niye bu kadar çok kullanıyorum? Anlam lütfetmediğim her şeye saçma demem güzel bir kaçış örneği, kendimi alkışlıyorum.
Bu gece evsizim dostlarım. Bu gece evim siyah ajandam da o gecenin sayfasını doldurmak. Birazcık da fısıltı. Kütüphanede ders çalışan gençler fısıldaşarak anlaşıyor, ne kadar güzel geliyor kulağa bilemezsiniz. Biraz da ders notu var bu gecede. Ders notlarıma karaladığım köşe yazılarım. Yeni aldığım sigara paketini de bu yazıya eklemek yazımı saçma (altını çizerek söylüyorum, saçma yerine bulamayışıma sinirlendim) kılıyor olabilir. Edebiyat ya da sanat yapma amacı güttüğümü düşünen varsa hemen bu düşünceyi kafasından atsın. Biz.. Biz sadece konuşuyoruz. Konuşmayla edebiyat hakkındaki o mükemmel münazara tipi tartışmamızı daha sonra yaparız. Tartışmaya giremeyecek kadar yorgunum. Hem ona bakarsan iki yazımda da yaptığım yazım yanlışları, anlatım bozuklukları canımı sıkmıyor değil ama onlar o halde yazıldı. Nasıl ise bırakalım öyle kalsın. Sevmiyorsa bizi zorlamayalım. Sen çayı seviyorsun diye çay seni sevmek zorunda mı? Kaçıncı uykusundadır acaba o, senin gözlerin üç günlük ağrısını yaşarken? Ki üç günlük dünyada neye gerek gözlere eziyet? Gerçeği görebiliyorken hayalleri görmesi için çabalamak, gözlere acı çektirmek değil mi?
varlığının olup olmadığını bile bilmeden sırf onu görebilme ihtimalin var diye ciğerlerine neden o şehrin pis havasını çekmesi için ciğerlerine savaş açarsın? Neden ciğerlerine eziyet edersin? Zaten sigara yeterince öldürmüyor mu seni?
Deri ceketli adamlar görürsün aynalı camdan. 34 numaralı masada oturman "istanbul"u hatırlatır sana. Sanki sen kendine yeterince hatırlatmıyormuşsun gibi. Yazı yazarken hareket ettirmeyi unuttuğun uyuşmuş ayaklarını, parmaklarını oynatarak hissetmeye çalışırsın.
ders notlarını görenler olmuştur aranızda, ya da senaryo yazarken kafayı yiyişime şahit olanınız vardır. Güzel dostlarım bir insan bana neden katlanır? Çok salaklıklar yapmış birini neden hayatına alır insan? Neden yanımdasınız lan benim? Neden benden etkilenir ki bir adam? Neden beni öpmemek için zor tutar kendini ve bunu ısrarla dile getirir? Yetmiş yaşındaki bir adam farklı duruşum olduğunu söyler,hem de beni ilk gördüğü gün benden günlüğüne bahsederek?
 peki insan neden hep rezilliklerini hatırlar?
balkona çıkıp bağırmalıyız, bir meydanda deliler gibi dana etmeliyiz beynimizdeki melodilerle. Tabi bunlar sadece lafta. Bunları yapın diye söyleyen ben çıkıyor muyum sokağa hiç? Çıkalım lan sokağa. Çıkalım ailemizin karşısına. Çıkalım sahneye!
Buraya kadar yazdıklarımı okudum bir defa. Her satırda senden bir şeyler eklemişim. Niye varsın ki sen? Niye satırda varsın? Bak sana bağladım yine sonu. Çıkıp git ulan aklımdan. Sesi güzel kadınları sev, kedileri köpekleri sev, şarkılar söyle, o lanet olasıca sevmediğim müzik aletini sev.


Neyse, yazdıklarımı tek okuyan, hayran kulübümün ilk ve tek üyesine selam olsun. Onu da uykusundan ettik.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder