yavaşça eğildim masaya, kitabı bıraktım, arasına parmağımı koyduğum
sayfaya gazete parçasını sırıştırıp. bitmedi kitap. büyük ihtimalle bitmeyecek
de. bu zamana kadar okuduğum hangi kitabı bitirdim acaba? neyse işte. sonra
uzandım turuncu neşeli koltuğuma. biraz eski bir koltuk, ikinci el dükkanından
aldım, ilk aldığımda biraz pisti gerçi, temizlemesi de bir günümü almıştı. ama
seviyorum bu koltuğun neşesini.
düşündüm. uzun uzun düşünürüz ya hani. düşünür düşünür
çıkamayız işin içinden öyle düşündüm, yine. sokak lambasının vurduğu ışıkla
sarıya çalan beyaz tavanıma bakarak beynimde o susmak bilmeyen cüceyi dinledim.
ona cevaplar verdim ama her zaman ki bilmişliğiyle bana beni şaşırtacak sorular
sordu. hem de imalı. sanırsın mahallenin elli yaşındaki dedikoducu teyzesi. çok
fena bücür. seni sordu. nasıl olduğunu, senden haber alıp almadığımı sordu. dedim,
artık düşünmüyorum, ilgilenmiyorum da. bana baktı öylece, ilk başta şaşırmış
görünüyordu, sonra emin misin bakışı attı bana. emin misin diye sormadı da,
sormuş kadar oldu. çok sorular soruyor şu cüce. sen iyisin değil mi? rengin
yine sarıya çalıyor, ilerde takıntın haline gelecek göbeğin büyümeye devam
oluyor, kırışmamak için kremler falan sürüyorsun yüzüne. genç kalmak için
çabalamaktan şikayet ederken genç kalmak için çabalıyorsun. bunları yazarken güzel
bir tebessüm olarak çıkıyorsun yüzüme. sadece bu kadarsın. bazen düşünüyorum, hatırlayabildiğim
her cümleni irdelerken buluyorum kendimi. bunu yalanlayamam. ama zamanla
bunların sıklığı da azalıyor. arada bir şu iç sesimin sahibi olan cüce soruyor
seni, o kadar.
güzel kal.
güzel kal.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder