5 Aralık 2015 Cumartesi

ayak bastığın her şehir girişinde, ayak bastı parası alan adamlarla, minibüste indi bindiye elli kuruş alan şoförlerin akrabalık derecesini merak ediyorum. gereksiz bir şeyle uğraşıyorum şu sıralar, bir şizofren yüzünden aksayan işlerim beni sinirlendiriyor, toparlamak için debelenip duruyorum. eskiden öldürdüğü çocukların katili olmaktan hiç utanmayan adamlar aynı utanmazlıkla tokalaşmak için ellerini uzatıyorlar. kadınlar bağıra çağıra şarkı söylüyor sokaklarda. evlerinin balkonlarında yaz akşamları rakı içen göbekli adamlara seranatlar yapıyorlar. ah şu kadınların umarsızlığı, şarkı söylemeyi seviyorlar. hiç bir şey yapmayan bir kadına dönüşüyorum. evimi unutuyorum, hangi yatakta huzurlu uyuyacağım konusunda kararsızım. evet sonunda buradayım dedirten bir daktilo sesi veya sabah uyandığımda gitarını eline almış günün uyanış sigarasını içen biri yok. yağmur yağmaya başladı bu şehre. kış ayından nefret ediyorum. annemde nefret ederdi hatırlıyorum. bu şehir çok soğuk herkesin yüzüne buz tutmuş tükürükleri taş niyetine fırlatmak istiyorum. önce kendimden başlıyorum, sanırsın şeytan taşlıyorum.
içinden çıkılması zor bir kuyunun tepesinde ayaklarım suya değecek şekilde insanları izliyorum. yüzme bilmediğim için tam olarak girmeye korkuyorum. benim ayaklarımı yıkayan suyu içmek için geliyor insanlar. bazen geliyorlar, su boruları kırıldığında, takım elbiseli bir adam deponun başında düğmelere basarak herkesi kölesi yaptığı zaman. zaten hep takım elbiseli birileri bir şeyler yaparak insanları kendine köle etmedi mi? tanrı bu takım elbiseli adamları niye yarattı? tanrıyı da sorgulamak istemedim bugün. tanrıyı sorgulamak? tanrıyla sohbet etmek ona sorular sormak ve cevaplarını bulmak. belki de bir şizofrenimdir bilinmez. ama saygımla sevgisini birleştirip güzel güzel sohbet ediyoruz.
bugün son zamanlarda her cumartesi yaptığım gibi devlet tiyatrosu oyununa gittim. bu biraz işkence gibi. kendime yaptığım ve kendimi terbiye ettiğim. insanlarla konuşmak istemeyişimi dört beş kat katlıyor. bunlardan birine dönüşmek istemek ya da istememek işte bütün mesele bu. gün geçtikçe kırışıklıklar çıkıyor yüzümde, ellerimdeki çizgiler derinleşiyor ve istediğim hiç bir şeyi yerine getirmeden zamanımı, zamanı çok olan insanların beyninde kurduğu şeylerden uzak tutmak için harcıyorum. huzur bulduğum bir kaç yer var. mavi duvarlı bir oda, sarı dış cepheli küçük bahçeli bir ev, ve kendini hiç bir yere ait hissedememe durumu.
insanlar kendilerince gülüyor. duvarda yürüyen örümceği izledim uyandığımda. telefonu almak için yanımdaki sehpaya uzandım, o sırada gözüme ilişti. gerçekten güzel gözüküyordu. keşke insanlara benim görebildiklerimi gösterebilsem dedim.
güzel geçti yani günüm, küçük bir çocuğun gözünden soysuz bir ailenin küçük kızı olarak kahverengilerimi süründüm.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder