ayak bastığın her şehir girişinde, ayak bastı parası alan
adamlarla, minibüste indi bindiye elli kuruş alan şoförlerin akrabalık
derecesini merak ediyorum. gereksiz bir şeyle uğraşıyorum şu sıralar, bir
şizofren yüzünden aksayan işlerim beni sinirlendiriyor, toparlamak için
debelenip duruyorum. eskiden öldürdüğü çocukların katili olmaktan hiç utanmayan
adamlar aynı utanmazlıkla tokalaşmak için ellerini uzatıyorlar. kadınlar bağıra
çağıra şarkı söylüyor sokaklarda. evlerinin balkonlarında yaz akşamları rakı
içen göbekli adamlara seranatlar yapıyorlar. ah şu kadınların umarsızlığı,
şarkı söylemeyi seviyorlar. hiç bir şey yapmayan bir kadına dönüşüyorum. evimi
unutuyorum, hangi yatakta huzurlu uyuyacağım konusunda kararsızım. evet sonunda
buradayım dedirten bir daktilo sesi veya sabah uyandığımda gitarını eline almış
günün uyanış sigarasını içen biri yok. yağmur yağmaya başladı bu şehre. kış
ayından nefret ediyorum. annemde nefret ederdi hatırlıyorum. bu şehir çok soğuk
herkesin yüzüne buz tutmuş tükürükleri taş niyetine fırlatmak istiyorum. önce
kendimden başlıyorum, sanırsın şeytan taşlıyorum.
içinden çıkılması zor bir kuyunun tepesinde ayaklarım suya
değecek şekilde insanları izliyorum. yüzme bilmediğim için tam olarak girmeye
korkuyorum. benim ayaklarımı yıkayan suyu içmek için geliyor insanlar. bazen
geliyorlar, su boruları kırıldığında, takım elbiseli bir adam deponun başında düğmelere
basarak herkesi kölesi yaptığı zaman. zaten hep takım elbiseli birileri bir
şeyler yaparak insanları kendine köle etmedi mi? tanrı bu takım elbiseli
adamları niye yarattı? tanrıyı da sorgulamak istemedim bugün. tanrıyı
sorgulamak? tanrıyla sohbet etmek ona sorular sormak ve cevaplarını bulmak.
belki de bir şizofrenimdir bilinmez. ama saygımla sevgisini birleştirip güzel
güzel sohbet ediyoruz.
bugün son zamanlarda her cumartesi yaptığım gibi devlet
tiyatrosu oyununa gittim. bu biraz işkence gibi. kendime yaptığım ve kendimi
terbiye ettiğim. insanlarla konuşmak istemeyişimi dört beş kat katlıyor. bunlardan
birine dönüşmek istemek ya da istememek işte bütün mesele bu. gün geçtikçe
kırışıklıklar çıkıyor yüzümde, ellerimdeki çizgiler derinleşiyor ve istediğim
hiç bir şeyi yerine getirmeden zamanımı, zamanı çok olan insanların beyninde
kurduğu şeylerden uzak tutmak için harcıyorum. huzur bulduğum bir kaç yer var.
mavi duvarlı bir oda, sarı dış cepheli küçük bahçeli bir ev, ve kendini hiç bir
yere ait hissedememe durumu.
insanlar kendilerince gülüyor. duvarda yürüyen örümceği
izledim uyandığımda. telefonu almak için yanımdaki sehpaya uzandım, o sırada
gözüme ilişti. gerçekten güzel gözüküyordu. keşke insanlara benim
görebildiklerimi gösterebilsem dedim.
güzel geçti yani günüm, küçük bir çocuğun gözünden soysuz
bir ailenin küçük kızı olarak kahverengilerimi süründüm.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder