29 Aralık 2015 Salı

bugün bedri abiyle tanıştım. onunla daha önce defalarca konuşmak istedim. fırsat bulamadık. ütü masasıyla kalorifer peteğinin arasına oturup şarjdaki telefonumla uğraşıyordum. teleffonu şarj edecek başka yer bulamadım koskoca yurtta ve tabi altı kişilik odaya iki priz yapıp balkona üç priz koyan zihniyete sövdüm. bedri abinin bir şiirine rastladım. defalarca okudum. ezberleyene kadar okumuşum. sigara paketini alıp balkona çıktım sandalyeyi beş litrelik su şişesinden yapılan devasa küllüğümüzün yanına çektim. arkama yaslanacak şekilde oturdum karadutum, çatalkaram... sigaramı yaktım, çingenem. yıllar önce bedri abi hakkında izlediğim bir oyun geldi gözümün önüne tek kişilik etkileyici bir oyundu. sandalyenin ucuna gelmişim bir anda, nar tanem. ayaklarım parmaklıkların olduğu beton basamakta, nur tanem, sol yumruğumu sağ elimin içine almışım, bir tanem. şiiri ilk okuduğumda bir iğne batmıştı sanki, ve her okuyuşumda içinden biraz daha çıkıyordu siyah dumanlar. sigaramın pamuk kısmı ıslanmıştı. kafamı birden kaldırıp, "nasıl bir trajedi bu?!" dedim. o an hissettiğim acının tarifi yok. yüzünü gördüm birden, sonra sırasıyla omuzlarını, ellerini ve en son kunduralarını. kahverengi bir ceketi var, ceketinden daha koyu bir tonda gömleği. işaret ve orta parmağının tırnakları diğerlerine göre daha sarıydı. şapkasını falan çıkarmıştı gelmeden, gerek duymamıştı takmaya ki takmasını da istemezdim. hayal gücüydü belki evet, ama ona en çok bunu yakıştırmıştım. tabi ceket giymesine de gerek yoktu ama üşümesini istemedim arka balkonumuz biraz fazla esiyor da. geldi bir sandalye çekip yanıma oturdu, sağ tarafıma. manzaramı izliyordu, her gün izlediğim ve izlemekten bıkmadığım güzel, küflü duvarımı. o da benim gibi bir şeylere benzetiyordu küfleri, bak şurada bir kadın var demek istediğimi anlar gibi güldü. ressam adamdı, koskoca duvarda neler neler görüyordu kim bilir. o gülünce ona baktım, urun ve dudak kısmı yandan bakınca Atatürk'ü anımsatmıştı. ne kadar uzun zaman oldu atamızı anmayalı dedim içimden, üniversitede marş okutmuyorlar and söylettirmiyorlardı. hatırlamak güç oluyordu 21. yüzyılda gerçekleri. bir süre koca duvarı inceledik, ne ben konuştum ne o. sigaram bitmişti, yere atmıştım her ne kadar temizlikçilerimiz kızıyor olsa da. camın kenarına koyduğum marlboro paketini aldım, içinden bir tane çıkarıp yaktım, saygıyla uzattım. almadı. camın kenarındaki pakete yöneldi, sol elini siper ederek sigarasını yaktı, tekrar duvara bakacak şekilde oturdu. ilk nefesinden sonra dalgınlaştı. artık konuşma zamanı gelmişti sanırım, ve düşünceler eksik cümleler oluyor toparlanmayı bekliyordu. ilk cümleyi kurmak zordu, onu bu zorluktan kurtarmak istedim. "hoş geldiniz" dedim, saygı ve hayranlık duyuyordum. aslında benim beynimin odalarından çıkıp geldiğini hatırlatacak bir bakış attı bana, ve hemen düzelttim; "hoş geldin ağabey." gülümsedi. bu bana güzel hissettirdi. aradan tek ölçü olan zaman akıyordu fakat ruhlar karşılaşıp konuşabiliyordu. bunun güzelliği o kadar büyüleyiciydi ki. o an anladım neden bedri abinin şiirler yazdığını, neden benim durmadan bir şeyler karalamak zorunda olduğumu hissettiğimi. edebiyattı, dünyada her şeyin modası geçecek her şey dosyalar halinde bir yerlerde saklanacak, ansiklopedilerde yer edecekti, fakat edebiyat insanın ruhunda hep diri kalacaktı. karşılıklı oturup iki kelime konuşabilecektik edebiyat sayesinde, ışığı sesi biz kuracaktık insanları biz giydirip biz soyacaktık, duvardaki küfleri biz anlamlandıracaktık. abi kardeş olabilecektik hissettiklerimizle, kendimizi kardeş ilan edebilecektik. "ağabey" dedim, "ben hissediyorum. ben senin kelimelerinle hasretleniyor, bir adamın sakallarını seviyorum. ben biliyorum parmaklarındaki sararmışlığı, dökülen saçları kabullenişliği, ben niye bu kadar kötü hissediyorum ağabey? göz yaşı tadını biliyor, boğazımı şuradaki gider borusu sayıyorum. sesini duysam yok oluyor, hissedilemeyecek kadar çok hissediyorum. onun hissedemeyeceği kadar, kimsenin hissedemeyeceği kadar ağabey, bir tek senin hissettiğin kadar. senin hissettiğine inandığım kadar aşkı." bedri abimin gözleri dolmuştu, benim çocuksu heyecanıma aldırış etmeden söylediklerimin derinine baktı. benim yaşlar yanağımdaydı. doğruldu, gözlerini karşıdaki duvara çevirdi. dimdik karşıya bakıyordu. benden de bunu yapmamı beklediğini fark ettim. karşıya baktım, ellerimi yanağıma götürecekken en içten ses tonuyla konuştu. "silme kızım, yaş yerlerde yeşerir yeni çiçekler ve güzel baharlar doğacak yanaklarından." silmedim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder