27 Temmuz 2015 Pazartesi

üç adım sağa kayıp dört basamak yukarı çıkmak
seslerdeki imalardan anlaşılır kadının gelişi.
güzel olan her şey olduğu gibi mi kalmalıdır tanrı baba hatırımda?
üç adım sağa kayıp dört basamak üstlerine gidersem güzellikleri kaybolur adamların
dileklerim yakındaki bir yıldızdan sekip yanıma düşmüştür ben uyurken bir şişenin içinde,
bu yattığım hafif küf kokulu yastığın üstünde kaç kedi uyumuştur, kaçı işemiştir uyuduğu yere...
yemeklerinin üzerine yattığım için karıncaların, hesap sorarlar belki toprağın içinde
sokak lambalarının geceyi söndüren ışığı, uykulu gözlerle baktığımda bir sürü ok saçar etrafa,
peki beni öldürür mü sokak lambasının etrafımda dolaşan okları?
benim yaşımdayken kurmuştur beynimdeki cümleleri saçı beyazlamış adam.
güvendiğim adamlar aslında beni göremeyecek kadar parlak mı ve düşünce insanı karartır mı?
denizin gece çekiciliği insanı kör edecek kadar siyah.
bazı sorular yok edecek kadar canlı.
çocukların katilleri hala ölen çocukların nefesini çalıyor.
buruşuk bir el gezmiş, önce küçük bir kız çocuğunun vücudunda, sonra iğrenç bir sürü adamın düşüncelerinde.
kahrolsun buruşmuş elin alışılmış çizgilerine.

24 Temmuz 2015 Cuma

kediler geçti az önce önümden üç tane,
biri gelip yanımdaki yastığı patileriyle yumuşattı,
izmirin kedilerinin ne kadar güzel olduğunu anlaatım iki saat boyunca sarhoş bir adama,
huzur sarhoş bir adamın ses tellerine saklandı.
sarhoşken ezan sesini duymanın pişmanlığı oldu çoğu zaman,
ben ilk şarkıda göğe baktım,
gökyüzü evim oldu, her nabız atışında bedenime doldu.
sigara dumanıyla evime ihanet ettim her sabah beşte.
güneş manzarası görmeyen balkonumun adaletsizliğine karşı sigara içirdim bahçemdeki ağaçlara.
kollarımdaki tüyleri hissettim sabah ayazı sayesinde.
bazen kendimi hissetmek için gerek duydum soğuk rüzgara karşı durmaya.
neler anlattı gittiğin kadınlar sana.
kendinden kaçarken bana mı tutundun
hayat hep tümseklerin yanına tutunabileceğimiz bir el mi dikmiştir fidan niyetine.
yeşerip çiçek açar mı benim sigaradan sararan elim, ki yüzümü gizlediğim fondötenin izi var elimde.
en sevdiğim renge dönüşüyor tabiat ananın saçları,
benim aşık olduğum adamların sakallarının rengini getiriyor ardından.
ne kadar güzel adamlar doğmuş günüme.
parmaklarındaki büyüye aşık olmuşum birinin, benim gibi bugüne lanetlenmiş.
birinin sigara tadını hatırlamak için ciğerlerimi yakmışım, tutuşturmuşum.
yalnız kalmayı özlemişim, hiç olmayan iki odalı evimde.
evimin koridorlarında siyah boyalarla üst üste harfler yazmışım.
bir turuncu balık ol gel evime.
kitaplarımın sayfalarıdır asıl param.
şarabı, karanfil kokan sigarayı saklamam bol gelen montumun iç cebine.
nefretim üç günü geçmez.
çakılması gereken çiviler var insanların beyinlerine.
cümlelerimin çoğunu sarhoş bir adamda tüketiyorum iki gündür.
yaşlanıyorsundur evine kadın girmeyecek bir adama dönüşüyorsun belki de.
krem hırkanı unutmuşsundur, sıkı sıkı sarılman gereken.
sigara poşetinin içine beş liranı koymayı unutmazsın yine.

22 Temmuz 2015 Çarşamba

her yazı kendimde devirdiğim bir cümle, 
başlıklar olabildiğince isteksizlik hissi uyandırıyor cümlelere,
ben satır atlayarak yazmayı seviyorum, adam kadını seviyor
başlarken sevmeye, bitişteki kadar çok sevmiyor insan,
sevginin berbat bir his olduğunu hatırlatıyor çoğu zaman,
tiryakilerin kokusundan bıktığı için başladığı mentollü sigaralar
yazdıklarım keşke yüzyıllar öncesine kalsa,
gelecek nesil o kadar da umut vermiyor bana,
yanlış yüzyılın kadını olmuşum,
bazı sıradan düşünceler beni eleştirebilirken,
beni anlayabilecek kadar çok aşık adamlar tanıyorum,
yüzyıl geriye gidip bu adamlarla dergi çıkarmak için birleşip denize karşı çay içmek istiyorum.

bazen seni düşünmenin ne kadar gereksiz olduğunu anlıyorum. basitliğimi görüp kendimden biraz daha nefret ediyorum. küçücük çocuklar mendil satarken ben seni düşünüyorum, yanımdan geçerken bir adam ilgi çekmek için, kendini fark ettirmek için saatlerini ayırmış kadına laf atıyor. adamın aç bakışlarından tiksinerek kaçan kadın, bir adamın ona o şekilde bakması için ayırmıştı oysaki o kadar vakti bedenine. süslenmişti ayna karşısında, kırmızı rujunu sürüp, tekrar hatırlanmasını istediği baharat aromalı parfümünü sıkmıştı. başka bir adam, mesela ona laf atan adamdan daha iyi giyimli daha düzgün konuşan bir adam, kadına laf atmış olsaydı, yine böyle tiksinecek miydi kadın? peki küçük çocuk, ailesinden kaçmış, birilerinden korkar halde belki, ya da savaşı görmüş, silah sesleriyle uyumaya çalışmış bir çocuğun aç karnını doyurmak yerine onu döven adamlar gibi hissediyorum kendimi, hem de sırf anadilindeki harflerden kopamadığı için dövdüler çocuğu. ben o çocuğa yardım etmek yerine seni düşündüğüm için beddualar savurdum eski dillerdeki cümle düzenekleriyle. 
"dayanamadım" diyerek bir kadına tecavüz eden adam kadar suçludur tüm insanlar. bir kadına tecavüz ediliyorsa, bir insanlığa tecavüz edilmiş, bir insanlık tecavüz etmiştir. ve artık normal geliyorsa bu durum, sıradanlaşmışsa, biz birilerinin acılarına kader diyebiliyorsak hala, bu kaderi yazan hangi din olursa olsun kabul edilmeyecek kadar acımasız. ben dindar olamayacak kadar insan biriyim. zaten din sadece kullanılmıyor mu bazı insanlar tarafından, hani şu büyük dindar insanlar. sizin dininiz size iyi insan olmayı uysal olmayı öğretir di yor, ve insanların inanma isteğini istediği gibi sömürebiliyor. sömüren insan kadar iki yüzlü, sömürülen insan kadar aptal olamıyorum ve bu durum canımı içten içe yakarken ben seni düşünme bahanesiyle kaçıyorum çoğu kez baş ağrılarımdan. insanların asıllarını görüp ses çıkarmayarak kendime en kötü eziyeti yapıyorum. ve lanetli günün gelmesine çok az kalmışken, sesini unutmayayım diye dua ediyorum. tanrı beni seninle oyalıyor çoğu zaman, ve ben seni düşündükten sonra, seni düşünürken kaçırdıklarımla çarpışıyorum.

20 Temmuz 2015 Pazartesi

içimde bazen çokluğunun sınırında dolaşan nefret cini belirir, küçücük ayaklarıyla o çemberin etrafında döner, hatta sirkte gördüğümüz akrobatlar gibi üçlü salto attıktan sonra çemberi ateşe verip içinden atlar, ve tekrar ona tutunur. bir kadın sesindeki imayı duyunca anlayabiliyorum çoğu zaman, karısının katili olan adamları. kadına şiddet değil bu, kadının şiddeti. tüm kadınları öldürebilecek güç doğuyor karnımdan, başımdaki damarları hissetmeme neden olan ağrının sebebi kadın seslerini yok saymak istiyorum. barok dönemdeki gibi bir düzen kurarım eğer özlersem annemin şefkat dolu tonlamasını. bir erkeği afyon dolu bir küvette uyutup onu hadım edebilirim. ah barok dönemin o hayranlık bırakan şaşırtıcılığı. "masum görünmeye çalışıyorlar, ama biliyorum, hepsini biliyorum. hiç biri ben bir erkeği öpmedim diyemez, derse ki en adi yalancıdır. ve yalancı kadınlar maalesef ki bu düzende bizden daha masum sayılır."

16 Temmuz 2015 Perşembe

bir metrelik bir alanda insanın düşüneceği şeylerin bir sınırı yok. beden sınırlandığında düşünce sınırları aşar, ki tarihte bir sürü insan bu yüzden hapsedilmiş, işkence görmüş ya da sürülmüştür.
bir metrekare diyordum en son, hep merak etmişimdir acaba diğer insanlar da tuvalette derin düşüncelerle boğuşuyor mudur? uyku öncesinde yatakta dönüp dururken bu kendi kendine konuşmalar yaşanabilir, ama uyku öncesinde insan ne kadar derin düşünebilir, uykusu gelmez mi? düşünce iç karartıcı olduğunda uykuya sığınmaz mı? kısacası uyku öncesi düşünceleri oldukça riskli ve kaçışı kolay.
göz kayması veya göz titremesi denilen hastalığını bir metrekarelik tüm insanlığın mabedindeki fayansların arasındaki çizgilerin kaybolmasıyla fark eden biriyim. tabi tüm yazıyı tuvalete adamayacağım, sadece hepimiz için uçuk bir yer olduğunu hatırlatmak istedim, ki filmlerin vazgeçilmez kendini kilitleme ve sevişme sahnelerinin en dikkat çekici mekanı.
kendi içimde konuştuğum şeyleri sizin okumanız ne kadar acayip. her an konuşsam deli zannederlerdi, yazınca edebiyat oluyor, edebiyat denmese de felsefe deniyor. insanlar kendi yedikleri haltlara güzel sıfatlar bulmayı ne güzel de beceriyor. parası olan yazar oluyor mesela, hoş geldin yirmibirinci yüzyıl.
kuş sesleri geliyor şuan. nerede olursanız olun sabah beşle altı arası kuş sesleri oluyor, yeterince il gezdim bunu merak ettiğim için.
"tanrı neden insanı yarattı?" tanrıyla ilgili her soruya insandan yola çıkarak cevap bulurum. ne de olsa onun üfürüğüyüz nurlu. sinirleniyorum bazen canın sıkıldı değil mi baba diyorum içimden tanrıya. düzene bakıyorum mesela şaraba yasak demiş, kadına yasak demiş ve de vaadi şarapla kadın etmiş. insanoğlunun sabredip sabredemeyeceğini görmek istemiş, bunların hepsi onun eğlenmelik oyunu. babam güzeldir, tanrı baba.
sabahın altısı oldu, vakit doldu. zamanla oturacak bu yazdıklarım. arada bir kitap okumam lazım. siz de okuyun, dergi satın alın mesela, dergilere kitaplardan daha da önem verin. kitap eskiden değerliydi, artık sadece birilerinin uydurduğu kıçıkırık aşk hikayeleri birilerinin cüzdanını doldursun diye rafları işgal ediyor kitaplar. hoş geldin yirmibirinci yüzyıl. hepsi bu şekilde denmez tabi de, düzen bu haliyle. düzenine sövdüğümün dünyası.

15 Temmuz 2015 Çarşamba

karanlık çürük duvarlar, nemin kötü kokusu üzerinde,
vurulur tenime,
titremiş ellerimde kurumuş kan lekesi,
ismini saklar çalıntı lambanın cini.
fısıltıyı vesvese beller,
ismini fısıldayamaz ademoğlu,
zamanın geçtiğini gardiyanın topuk seslerindeki değişimden anlayacak kadar beklemiştir sonu.
içinden kendine bile söyleyememiş, sonunda ismini unutmuş garibanın eni.
bir çift ayak görmüş, bir çift cilalı ayakkabı.
gözünde bir parça kumaş sadece, üşüyen bedenini örten.
kan tadına alışmış dudakları konuşmaya korkar,
nerede o oturduğu yerden düşünüp pastasını yiyen adamlar?
acıdan kıvranırken asi bedeni inleme seslerini duyan olmadı,
ya da duysa da duymadı.

12 Temmuz 2015 Pazar

sadece oyuncağıyım tanrının.
canı sıkıldığı için var emiş beni,seni, bizi.
dizlerimi karnıma çekerek ölmek isterim,
en sıcak olan evimde hissetmek için.
parmakların hiç uyuştu mu?
tanrının neden işsiz olduğunu düşündün mü?
sözü olmayan melodilere şiirler uydurdun mu?
makamına hayran olduğun gün doğumu ninnini dinlemeden hiç uyudun mu?


alkolun kanıma karışmasını istiyorum. bazı insanları silip atmak, kendileri gibi iğrenç olan hatıralarıyla birlikte. iğrenç insanlar tanıyorum. bunun üzerine bir cümle bile yazamıyorum, hiç bir şey söylenmiyor bundan sonrasına, yakıştıramıyorum. parça parça cümleleri seviyorum. makyajını mahveden kadınların sadece birer "gördüğümü yaşayayım"cı olduğunu biliyorum. insanlar ne kadar basit. ne kadar üzücü. sadece bira alıp sahilde içmek istiyorum. belki sonra denize girip kaybolurum. kaybolmaya cesaret bulurum. alkolü cesaret verici olarak gören insanların on üç yaşındayken şarabı içebilmek için içine gazoz katarak içmiş olmaları... her insanın kendince dünyayı yorumlaması... ki güzel dünyamda portakal kokusunda sesleri var adamların, karnından çocukları patlıyor kadınların. 

11 Temmuz 2015 Cumartesi

iki gündür karanfil kokuyor cigaram,
portakal çiçeği renginde adamların melodilerini dinliyorum.
olsaydın burada dinletirdim,
ses tellerini balkon demirleri sayıp ayaklarımızı uzatırdık
burun deliklerinden görünen gökyüzünü izlerdik.
sabahın beşinde martılara "çok güzelsiniz" diye bağırırdım, seni beklemekten sabahın beşi de olsa vazgeçmeyerek.
aklımda bir biriyle alakası olmayan cümleler...
bundan birbiri ardında olmaması.

6 Temmuz 2015 Pazartesi

korkarken kadın titreyen ellerinden,
annesinin kirli elinden olgunluğu içmiş sakalları çıkmayan yeni yetme adam.
cesaretiyle dağları ipe alıp sırtına geçirmiş,
öyle bir cesurmuş ki adam en yakıcı sözleri dile getirmiş.
paylaşamamış adam başkalarıyla kadının cümlelerini,
her harfe sigara dumanıyla özgürlük getireceğini söylemiş.
örgünün en dibinden kesmiş kadın ince telli saçlarını,
saçların uzun olmasını isteyen tanrıya isyan etmiş.
kahverengi cam belli etmemiş içindeki sarıyı,
insanlar bira şişelerine benzemiş.
bir kaç kağıt parçasıyla saklanmış en büyük hazine haritası,
hem de daha alfabesini öğrenmeye kimsenin cesareti olmayan dille.
dost sesi gelmiş yollarca uzaktan,
acı yollarca mesafeyi bir kaç adımda geçmiş.
gözleri şişmiş, kızarmış kadının,
en sevdiği şairin gölgesini görmüş yolun ortasında, hızlı adımlarla kaçtığı.
kirpik tanesine sığacak kadar küçükmüş gölgeler.
sessizce düşte büyümüşler.


5 Temmuz 2015 Pazar

"beynindeki ağrı şiddetleniyor, köpürüyor ve ellerinden çıkıyordu.
öğlen yediği köftenin tadı geldi ağzına, birayla karışık.
öğle yemeklerini hiç sevmezdi oysaki. gereksizdi ve tembel insanların uydurduğu sigara öncesi bahanesiydi.
bir kaç defa yavaşça ayağa kalkma kararı alsa da bedeni o güce erişemedi.
damarlarındaki tüm kan ellerinde, parmak uçlarında toplanıyordu. en azından o öyle düşündü.
az önce dizlerinin üzerine bırakmış olduğu demir zinciri kavradı, elindeki tüm gücü atmak istercesine sıkıyordu. donuk suratı oldukça korkutucu görünmesine neden oluyordu. ama o an en çok kullandığı ifadenin yüzünde oluşmasını kontrol edebilecek bir bilinçte değildi."

2 Temmuz 2015 Perşembe

temmuz ayının hayran bırakan cürretkarlığı.
yol kenarındaki pembe kusmuğun gösterdiği sevişememiş şirin mideli çirkin adam.
siyah beyaz fotoğraflarda bana gülümseyen dudağındaki sigara.
nefes çorak bir su birikintisi,
popomu yediğini hissettiğim meydandaki bankın manzarası,
çöplükte bulduğu parmakları kesilmiş eldivenlerle ellerini ısıtıp çizen, aç ressamın ucunu çakıyla düzelttiği kaleminden.
sarışın bir adamın kedi sevmesi, kedinin cezbedici yürüyüşünden mi?
gerçek dostların yirmi iki günden fazla bekletmemesi, yirmi ikinin güzelliği değil mi?
perdeyi tutarak iki parmağının arasında ilgimi dağıtmak için sallayan rüzgar,
erkeklerin sadece üç parmak kalınlığında olduğunu öğrenmiş midir kadınların sesinden?
merdivenden oturmuş cenazesini bekleyen adamlardan, yeni doğan bebeğini görmüş müdür gözlükleri olan,
tanrı ölünce de gözlüğe izin vermiş midir?
duvarlara yazı yazınca mutlu mu oldu delikanlı, kuralları yok etti mi öylece, biçimsiz, ucuz yazısına bakıp utanması gerekirken.
eve girer girmez tüm ışıkları yakmak, moda mı filmlerden sonra ve kadın sadece özendiği için mi açık bıraktı sivrisinekleri davet eden evinin ışıklarını?
sarhoş olmaktan sıkılmış mıdır adam, yoksa parası olmadığını mı kabullenmiştir, kabullenişler bira kadar iğrenç değil midir?
bira iğrenç midir?