30 Haziran 2015 Salı

tanıyorum seni,
adımı yazarak "onu seviyorum"lu başlayan cümlelerin yaratıcı olmayan sahibi.
cümlelerimi merakla bekleyen çocuksu tavrın tanıdık.
ve ben senin okuman için yazdığım ama ısrarına rağmen sana okutmadığım yazılarla başladım insanlara karalamaya.
sayfalara dökmek beni buruşturup attırmaz mı bir kenara sence de?
iki kelime konuşamadık doğru dürüst.
oysa ne de isterdim acı şarabın yanında tatlı sesini.
bilinçaltım seni ailesinden bellemiş.
yüzün sesin hep tanıdık, karşılaşmayı ummak istemeyeceğim kadar.
cümleleri deviririm arada.
ne yazdığımı ben bile unuttum kağıtların arkasına.
ezberlemedim ben büyüklerin cümlelerini.
içimden gökyüzü geçti mavi oldum,
kuş olmak geçti bulutlara daldım,
pembe bir baş örtüsü oldum başına kondum, yanında durdum,
sabahın beşinde seni beklerken bağırdığım turuncu gökyüzünün sakin efendileri martıların gagaları oldum, kendime karşılık verdim.
üç krakeri kahvaltım saydım, tüm günümü sigara içerek geçirdim mesela.
tablolarımı hiç bitiremedim.

titrek ayaklarından nefret eder,
fantezilerinden birinde fark ettiği deprem durgunluğu sayesinde, geceleri yatağına bağlar ayaklarını.
acizlik o ya, nasıl fark etti kadın üstündeyken bunları.
ışığın çokluğundan rahatsız olur, gözleri uyku halini sever hep.
karanlıkta yolculukları sever.
bir kaç nokta görür kayıp giden, arabaların gözlerinden ışık nasıl çıkar diye merak etmiştir hep küçükken.
bitirilmemiş yarım bardak kötü kokan meyve suyudur,
meyve suyudur ya, rakıyı boş vermiştir, şarabı boş vermiştir.
sakilik yapmayı özlemeyi istemiştir, ki "saki" kelimesinin anlamını bir şarkıdan öğrenen bir herife sakilik yapmak ne kadar güzeldir?
kırmızılı beyazlı sofra bezini alıp kafasına göre piknik yapmak istemiştir evin dört köşesinde.
evi olmadığını hissetmiştir belki, bir büfeden aldığı krakeri kemirirken.
camdan kendisini izlemiştir önce, hayran olduğu yüz kıvrımlarına bakmaktan bıkmayan tavrıyla,
sonra göz ucuyla etrafındakilere bakmıştır, afyona ulaşmak üzereyken.
bozkırına kurban olduğumun yabanı, ne seversin yaralarla kaplarken beni.
içimdeki dert benden öte dedirtirsin ya adamına, dağ yaparsın bozu, kırı.
denize ulaştırmazsın sarı saçlarından.
adamın içi ölür, adam dediğin her gün nefes alarak ölür.
adam dediğin nedir ki, hepsi sonunda bozkıra gömülür.

15 Haziran 2015 Pazartesi

tenime küstüm ben, yırtık, sarkmış fazlasıyla, bayatlamış artık.
bana ait olması yetmiyor, ona sarılmış doğmam umursamam için yeterli değil.
sarı tenini kimse bilmiyor, sarının hangi tonu olduğunu da,
insanlar kendilerince birini gösteriyor ben bahsettikçe senden.
bilmiyorlar seni, tanımıyorlar,
yol kenarındaki sarı çiçekleri hiç görmemişler ki,
güzelliğini bilmiyorlar lanet diye tanımladığın.
sarı gür sakallarına dokunan kadınlar, bir kediyi sevmekten öteye gidememiş.
sesleriyle ulaşanlar olmuş sana, sonra korkmuşsun,
ellerine kaçmış, kendi sesini duymuşsun yine.
masumluğunu çalmışsın küçük çocuğun,
küçükken sana masumluğun kötülüğünü öğreten annen yüzünden.
iğrendirici gülüşler görmüşsün bıyık altından,
gördüğünden kaçınmış, gördüğün olmuşsun.
çok içen kadına dur dememişsin,
her gece ağlamaya başlamışsın küçük çocuktan çaldıkların için.
içen kadına sarılamamışsın son kez içinden gelerek
ne de çok incinmiş hırpalanmışsın.

8 Haziran 2015 Pazartesi

güzel misin sen?
kemiklerin sayılabilir mi parmaklarıyla bir kadının.
sever misin sevdiğim şarkıları,
çığlıklarını martıların.
öyle gözde büyütülecek kadar derin değilim.
nefesim var,
denizin ortasında gibi hissedebiliyorum gözlerimi kapatınca.
ben bulmaca değilim, çözmek için çabalaman gereken,
bir yarım erkek tonlarında kadın sesi,
diğer yarımı da martılara simit niyetine attım.
şu korkmana neden olan, çığlıklarıyla.
derin değilim daha, ama büyürken içim çökmüş dibe.
hava alacaya beş var.
ezan okunuyor,
ezan sesini sevmeyen adamlar tanıdım,
ki ben küçükken tanrı şarkı söylüyor sanırdım.
hadi şimdi gözlerimizi kapatıp,
ölüm sesli adamın ses tellerini hapishanemiz sayalım.
bence rengini yanlış belirlemiş tanrı,
ben olsaydım en bulunanı yapardım kahverenginin.
herkes kendinden bir ton bulurdu sende.
kadınlar düşündüğünden daha zeki, kurnaz biraz,
bunu belli etmeyecek kadar..
kedileri sev her sarışın adam gibi.
kimseye belli etmediğin ağlamalarından bunalırsan hiç ağlamayan beni düşün.
hatıram olarak sekiz numaralı masaya otur, hep gittiğim yerde.
kadınlara güvenme,
çok şarap içme,
hevesini kaybetme kırk yaş bunalımındaki insanlar yüzünden,
sarma sigaraları bırakamazsan bile çok içme.
dizilerini bırakma.
dostların ve dostluklarına sahip çık, benim gibi olma.
bir gün sabahın beşinde beni hatırla.
bir gülümseme oluşsun yüzünde,
yetsin bana.
şarkının sözlerini aklına getir,
"biraz seni özledim,
biraz sohbetini, biraz sesini."

6 Haziran 2015 Cumartesi

biri ağlıyor yatağında, kendiyle sorunlu bir kadına aşık.
bir adam şarap içiyor evinde, kemikleri sayılan, sarı teninden.
bir başkası kanına düşman oluyor bir anda.
aşk dünyadaki en güzel şey diye başımıza kakılırken,
ve bu en güzel olan şeye ulaşmak bu kadar kolayken
ne diye ulaşılmaz olması için çabalarız?
niye birbirimize bu eziyet?
o sarışın adam niye o kadar şarap içiyor, gece bitmesin diye içinden dua ederken.
hırkalarımın bilekleri hep yanık,
bir sigara yakmayı beceremedim aylardır.
on adım ötesi yasak, ışık olmadığına inanılır, karanlık varsayılır.
balkondan bakarız su damlalarına, içinde olmak varken.
içinde yorulmak, yoğrulmak.


otururuz bir bankta,
sen arpa kokarsın, benim midemde ekşimsi üzüm kokusu.
anlatırsın ilk aşkını bana,
yaptığın fedakarlıkların komikliğini anlatırsın, gülerek.
sonra bir anda,
kahkahan gülümsemeye döner, gözlerin karşıdaki sazlıklara dalmış.
senin zoraki tebessümünü fark etmemem için şişeyi götürürsün ağzına.
insanları saçma buluşumuzdan konuşuruz,
sen dostlarının yanındaki taklit yapan mutlu yanını at bir kenara.
neşeni göster, sürekli dilimden düşmeyen neşeyi.
gerçek neşeyi.
sarı rengini göster bana
cılız vücudunu neden sevmediğini anlat, yiyorum yiyorum ama kilo alamıyorum bahanesiyle.
sahile gidelim dediğimde gidemeyen cesur adamı anlatırım sana.
sarı ve siyahlığıyla beni etkileyen adamı.
gözlerinin etrafındaki çizgilerden bahsedeyim,
yaşlılık belirtisi göbeğini kabullenmeyişine gülelim.
sonra?
sonra, tüm neşem durulsun bir anda.

5 Haziran 2015 Cuma

camdan yansıyan yüzün,
turuncu bir gökyüzünün önünde.
ikinizin yüzü de birbirinden güzel.
eğer bir gün turuncu gökyüzü görürsen,
yanıyordur bir yerler.
yangın vardır, göğü renklendiren ötelerde, içinde ve yüzünde.
ilham perilerim kaçmadan cümlelerimi toparlmalıyım, değil mi?
kül döktüğüm bardakla meyve suyunu içtiğim bardağı aynı yere koymamalıyım.
müziğin sesini o kadar açmamalıyım.
o kadar çok adamı etkilememeliyim, istemeyerek.
sigara kokan parmaklarımdan tiksinmemeliyim,
tiryaki olmama çelişecek şekilde.
annem aradığında açmalıyım.
sıkılmamalıyım her şeyden,
üzmemeliyim sevenlerimi.
sızlanmamalıyım.
büyük harf kullanmak mı?
yok büyük harflere her zaman düşmanım.
onlar benim için kusur, buradan geliyor belki kural tanımamazlığım.
dualarıma küçüklüğümde öğretilen şekilde başlamalıyım,
anneme, babama, milletime, devletime...
yağmura fon müzik bulmalıyım her zaman,
suyun yere düşerken çıkardığı ses yetmiyormuş gibi.
aydın mı olmalıyım gerçekten, insanların gözünde,
kendimi aydınlatamamışken daha.
insanlar her zaman zekice bir şey düşündüklerini zannederler,
insanız, var sayarız, kendimizi görürüz çeşitli aynalarda.
gündüzleri ışık açtırmamalı, geceleri de ışığı kapattırmamalıyım, öyle istiyorum diyerek,
karanlıktan korktuğumu söylememeliyim cesurca.
hem korktuğumuz bir şeyi cesurca nasıl söyleriz ki.
herkesin hayatında olmasını isteyeceği o kadın olmalıyım,
sonra insanları üzemeyecek kadar vicdanlı olduğum için yorgun düşmeliyim.
annemin duygusallığından şikayetçi olup,
sadece ona sarılarak ağlamalıyım açıklama yapmak istemeyerek.
ve onu özlemeliyim çocukluğumda beni bırakıp gidecek korkumu hatırlayarak.
gözlerim dolmalı.
hem zorunluluk olmalı hayatımda, meli malı eklenmeli eylemlerime,
"zorundayım" demenin daha zorunda olmayan yolu.
yazmalıyım,
bir şizofren olmamak için her gece ağlayan.
içimde ne varsa öyle böyle yazmalıyım, içimdekileri tüketmeden.
insanların yorumlarını duymadan.
hem ne gerek var insanlara?
hepsi bir saman yığını değil mi?
bulsam saman balyası olmayan adamı, saatlerce karşıma alıp konuşsam.
nerede öyle adam...
çakmağı tek çakışta yaksam.
balkondaki iki sandalyeyi kaldırıp atabilsem,
olmayan ailem için koyduğum.
insanlar dokuz saniye sarılınca güven bağı oluştuğunu bilerek sevişse.
araba seslerini kısabilsem.
çıkıp gelebilse sarılınacak adamlar, siyaha boğulmuş şehirlerinden.
turuncu gökyüzüne gelebilse.
babam gibi adamlara aşık olmayı bıraksam,
tanrı babanın bana bahşettiği adamı sorgulamadan.
can kazazın biraz şarkısını tüm yazı boyunca başa sarmasam mesela.
torunumun çocuğuna tavsiyeler yazmasam,
çocuk doğurmayacağımı bildiğim halde.
insanlar beni çözmeye çalışmasa, o ufak beyinleriyle.
benimle karşılaşma süsü vermek için beni takip edip karşıma çıkmasa beynini kullanmaya çalışan küçük adam.
kendimi bu kadar üstün görmesem, portakalın vitamini olarak kaldığımı bilerek.
boğazımızda tatlı bir yanma hissi bıraksın diye meyve suyuyla karıştırmasak alkolü.
hem erkek adam sek içer oğlum.
din adamlarının alkolü yasak, sigarayı nimet olarak saymalarına gülsem.
bir ddereye atsam tüm insanları,
hissetseler bir damla su olabilmeyi,
etleri başka insanların etlerine değerken.
bir rahibe temizliğinde ölsem,
sevişmeyi hep merak eden, rahiple.
ezan okunurken vicdan azabı çekmeyi hiç bırakmasam.
son günlerimi yaşasam bu şehirde,
paramparça hissederken kendimi.
parçalanarak kaybolmak daha iyi değil mi?
yavaş yavaş, acısını çekerek
her parçam için yas tutacak vakti bana tanrı bahşetmişken.
acılarımın keyfini çıkararak.

4 Haziran 2015 Perşembe

hoşgeldin, nasıl geçti günün?
'nasıl geçti günün?' diyecek kadar sıradanlaştım bugün.
balkonda oturdum, o sevmediğin kısa şortumla,
üzerime şalımı almayı ihmal etmedim tabi.
bir küçük kuş dolandı kısa ağaçların etrafında,
çekici yürüyüşüyle gri bir kedi apartmanın önünden geçti,
apartman kapısının önünde durdu, içeri baktı,
beğenmemiş olacak ki hapishanemi, o çekici yürüyüşüyle yoluna devam etti.
sigaramızı içtik karşıdaki fabrikayla,
gelen kadın kahkahalarını fon müziği yaptık, araba sesleriyle.
dumanlarımızı yarıştırdık,
dudaklarımı bedenimin bacası saydım,
tüm kirimi, nefretimi attım.
fabrika tabi açık ara geçti beni.
soğuk balkon demirlerine koydum ayaklarımı,
sanki rüzgar yetmiyormuş gibi.
sorgulamadım o an rüzgarı,
ayağımdan gelen titrek soğuğu da, sigaramla ısıttım.
yine çok sigara içtim bugün.
apartmanın sarhoş sahibi geldi bir ara, yere tükürdü apartmana girmeden üç adım önce.
karşıdaki banklarda gençler sarıldı, aşklarını cesurca yaşadıklarını düşünerek,
onları da sorgulamadım bugün,
kabul ettim şefkat dolu anne yüreğimle.
küllüğü unuttum bulaşık sepetinde, gidip almaya da üşendim
bastım sigarayı gider borusuna.
korkma bir şey olmadı, yakmadım bir yeri.
çok sessiz kaldı bugün cadde,
bir kaç sarhoş geçti arada,
üst komşu telefondaki adama attığı kahkahalarıyla katıldı bana bir kaç saat,
o da uyudu.
sokak lambasının etrafında gezen yavru kelebeklerle,
fabrikanın sönmeyen dumanı kaldı benimle.
hiç birine neden diye sormadım.
bir kelime dahi etmedim gün boyu.
bir sigara daha yaktım,
pislikleri atacak diye görevlendirdiğim dudaklarımın şerefine,
ve kabul ettim,
belki pisliğiyle içimi temizler diye.
"Gözlerimi kapattım ne yapacağını merak ederek.
kuş sesi,
akan su sesi,
rüzgar sesi,
duydum sırasıyla.
neredeyiz biz dedi,
odadayız dedim.
şuradan uçan kuşu görmedin mi, uzun tüylü olanı, dedi
uzun tüylü bir kuş göremeyecek kadar kördüm.
ırmaktan gelen su sesi ne kadar güzel değil mi dedi, sessizliğime tepki olarak.
su sesini duyamıyordum, gördüğüm siyahlıkla cebelleşirken.
rüzgarı hissetmiyor musun, bak yaprakların arasından tenine ulaşmak için o kadar yol geliyorlar.
bir rüzgar ne kadar iyi gelirdi terleyen bedenime."

dostlar beni hatırlasın bu gece.
karmaşık konuşmalarımı daha da karıştırmak için çabalayan,
beni yenmeye çalışan, ben düşman değilken kimseye
kendi doğruluğunu bana kabullendirmeye çalışan, oysa ki ben doğru yanlış ayrımının varlığına bile inanmazken.
beni deney faresi olarak kullanmaya çalışan, hazır bulmuş benim gibi deliyi, merak ediyor tabi nasıl delirdi diye.
dostlar beni hatırlasın.
bir kaç anı, kendine yakışan melodilere sığınır.
gün yüzüne gülümseme olarak çıksın anılar, ceylan ertem dinlediğinizde.
sahile oturup meyve yiyin mesela gecenin bir vakti,
kuşlar kabuklarını tırtıklasın küçük gagalarıyla,
münasebetsiz sarhoşun biri gelip işesin denize, sizden izin isteyerek.
biriniz taşkınlık yapsın.
son sigaranızı paylaşın, kaç kişiyseniz, otobüs beklerken.
dostlar beni hatırlasın.
sarhoş olup uyuma diye tutturduğum dostlarım hele.
martılara bağırışlarım gelsin gözünüzün önüne,
kendimi övmelerim,
hoşlarına gitmez insanların, göz korkutan insanlar.
beraber sevinmelerimiz oldu, nadir de olsa,
siz beni genelde suratsız ve garip olarak hatırlayacaksınız,
arada sıradanlığımın farkına varmayanlar olacak bunlar.
hiç birinizi sevmiyorum dostlarım,
bunu dile getirmekten hiç bir zaman çekinmedim,
aşık olduğu adamı unutamayıp tüm gemilerini yakan kadın,
hayal kırıklıkları olan adam,
gördüğüm en neşeli şalvarlı çocuk,
bir tomar gülümseyen yüz, her sabah.
bir tomar ağlamayı saklayan gülümseyen yüz.
bu şehirden gidiyoruz dostlarım.
dostlar beni hatırlasın.
yalnızlık gelsin benden sonra, hatırınıza.
yalnız olduğunuz,
yalnız öldüğünüz.

benim aşık olduğum yalnızlığım,
size bırakabileceğim en değerlim, görebildiğiniz.

3 Haziran 2015 Çarşamba

"insan neden sarhoş olur?
insan kendini kaybetmek için sarhoş olur.
mükemmel teoriler, eski  bir alkolikten gelen.
ne zamandır içmiyorsun?
bir ay oldu mu, iki ay, üç?
bana iyi gelmendeki amaçsızlığı tartışalım yetmiş dakika.
neden yetmiş dakika?
sabahlar çuvala mı girdi?
güneş gerçekten anlattığın kadar güzel mi?
beni şişman gösteren çiçekli gömleğimi hatırlıyor musun?
ağladığımız günden kalan, o bankta.
yıktılar değil mi o parkı, yerine avm yapılamayacak kadar küçük mahalle arası parkını.
ne kadar da küçüktük.
ne kadar da saf, arı.
yeni sevgilim sence de sevimli değil mi?
senin kadar paranoyak değil,
ki sen de benim sevgilim olmadın hiç.
sevgili ne demek? ne demekti sevgililik?
ben o kadar bilmiyorum bu işlerin nasıl yürüdüğünü. bence taktikli bir şeyler bunlar, futbol gibi.
güzel görüntü erkekleri, güzel sözler kadınları etkiler, bu kadar.
bunların hepsi taktik.
sence ne?
buraya yazamayacağım kadar güzelsin.
her erkeği güzel bulduğum duyulmasın, yeni sevgilim gözlerimi raptiyeleyebilir.
güzeli görmek istiyorsa gözlerim ne suçum var?
alkol kokuyor odam.
dudaklarım uyuşuk.
benden etkilenen adamlar geliyor aklıma.
eşeli, aciz, sevimli adamlar.
onların bu sevimliliği, benim onları küçük bir çocuğa benzetmemden geliyor.
anne şefkati.
keşke benim kadar masum olsa çocuklarım.
martılara bağırabilselerdi camdan, sabahın beşinde.
deniz kıyısına gitselerdi, günün en güzel saatini sevişme sonrası uyumakla geçirmek yerine.
neden içmeme bu kadar karşısın?
en büyük savunmamı yaptım sana, kaçamak ve alıntı bir cevapla;
"ya doğuştan sarhoşsak, içince ayılıyorsak?"
bunu da eskiden etkilediğim bir adamdan çaldım, büyük ihtimalle o da etkilendiği bir kadından.
göz çevresindeki çizgilerim daha da çoğaldı,
eskiden beni çekici gösteren şeyler azalıyor gitgide,
bir insanın neden göz çevresindeki çizgiler buketteki çiçeklere benzer küçükken çizdiğimiz, resim defterimize?
beni önceden çekici kılan şey neydi hakikaten, söylemeyi unuttuğun?
klozetin tepesinde kim yarım saat telefonda konuşur,
insanların ya kaçarken ya sıçarken midir, akılları başlarına gelişleri...
uyumuyorsun şuan.
bazen, hissetmek istediğimde, hissederim seni.
hisler...
sanırım, bir kaç yudum daha gerek bana sesimin cızırtılı çıkmasına neden olan.

2 Haziran 2015 Salı

yavaşça eğildim masaya, kitabı bıraktım, arasına parmağımı koyduğum sayfaya gazete parçasını sırıştırıp. bitmedi kitap. büyük ihtimalle bitmeyecek de. bu zamana kadar okuduğum hangi kitabı bitirdim acaba? neyse işte. sonra uzandım turuncu neşeli koltuğuma. biraz eski bir koltuk, ikinci el dükkanından aldım, ilk aldığımda biraz pisti gerçi, temizlemesi de bir günümü almıştı. ama seviyorum bu koltuğun neşesini.
düşündüm. uzun uzun düşünürüz ya hani. düşünür düşünür çıkamayız işin içinden öyle düşündüm, yine. sokak lambasının vurduğu ışıkla sarıya çalan beyaz tavanıma bakarak beynimde o susmak bilmeyen cüceyi dinledim. ona cevaplar verdim ama her zaman ki bilmişliğiyle bana beni şaşırtacak sorular sordu. hem de imalı. sanırsın mahallenin elli yaşındaki dedikoducu teyzesi. çok fena bücür. seni sordu. nasıl olduğunu, senden haber alıp almadığımı sordu. dedim, artık düşünmüyorum, ilgilenmiyorum da. bana baktı öylece, ilk başta şaşırmış görünüyordu, sonra emin misin bakışı attı bana. emin misin diye sormadı da, sormuş kadar oldu. çok sorular soruyor şu cüce. sen iyisin değil mi? rengin yine sarıya çalıyor, ilerde takıntın haline gelecek göbeğin büyümeye devam oluyor, kırışmamak için kremler falan sürüyorsun yüzüne. genç kalmak için çabalamaktan şikayet ederken genç kalmak için çabalıyorsun. bunları yazarken güzel bir tebessüm olarak çıkıyorsun yüzüme. sadece bu kadarsın. bazen düşünüyorum, hatırlayabildiğim her cümleni irdelerken buluyorum kendimi. bunu yalanlayamam. ama zamanla bunların sıklığı da azalıyor. arada bir şu iç sesimin sahibi olan cüce soruyor seni, o kadar.


güzel kal.