8 Kasım 2015 Pazar

küçük bir çocuğun attığı tokat oldu akşamın bir saati.
benim gözlerimdeki sise sinirlenip kendi renkli dünyasını sundu.
içimdeki kötü hisler kraliçesine emir cümlesiyle hitap etti;
"ya çık dışarı göster kendini, ya da kimsenin seni göremeyeceği bir dağ başına yerleşip ölümü bekle."
savaşmayı göze alan deli cesaretine hayranlıkla bakıyordum.
"yaşlandığında bu cümleler aklının ucundan geçmeyecek çocuk" demek renkli gözlerine toplu iğne batırmak gibiydi.
ve ben ne kadar üzülsem de vicdanlı bir anne, kendini küçük bir çocuktan dinleyen,
soysuz bir ailenin ilk çocuğuydum.
tanrı baba soysuz bir adam mıydı?
üzerime sinen sigara kokusundan zevk alan bir kadın tarafından öpüldüm geçen akşam, ve bedenine bakmayıp yüreğini büyüten çocuğun sigara dumanından kaçışına yardım ettim.
insanların içi boş cesaretleri vardı, diğer insanlara bağırıp düzene sövüyorlardı.
sadece aciz bir kadın sıyrılabildi, insanların gizlendikleri cesaret derisinden,
sevgiye duyduğu ihtiyaç duvarını yıkıp her bedene tat bıraktı kendinden.
benden daha cürretkardı.
benden daha istekli,
benden daha zayıf.
sarılıp ağladım halimize.
halimiz deprem sonrasıydı.
gökyüzü kırmızı, ay tedirgin, adam düşünceli, gözlerim dünyayı göremeyecek kadar sisli.
adamların fındık kabuğundan korkmasını düşündüm, denizin ortasında bulmasını kendini.
gizledikleri şeyleri söylemek istemelerini.
korkuları vardı hepsinin.
biri diğer insanların yüzüne vurarak kaçıyordu,
biri düşünmemek için kucak değiştiriyordu.
sadece küçük bir çocuk gökyüzüne bakabiliyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder