15 Ocak 2016 Cuma

güzel bir dostumun sesiyle uyandım diyebilirim bugün, mutlu sabahlara uyanmak gerçekten güzel ve ardından güzel saatleri de getiriyor. bugün dostumun sayesinde biraz daha gözleri açık gezdim. hayal dünyamda - tapmak üzere olduğum hayal gücümle- yeni seyahatlere çıktım. telefonu kapattığımda, telefonda konuşurken yaktığım sigaramı yarılamıştım ve diğer yarısını da karşımda duran dantel perdeyi inceleyerek içtim. kambur duruyordum sandalyede, evde kimse yoktu. büyük bir şey başarmıştım güya ve eve gelip olan bitenin üzerine ilk sigaramı yakmıştım. o sigaranın ikinci yarısını içerken hayatının büyük yüzleşmesini yaşamış biriydim. yıllardır beklediğim, sinirimi biriktirdiğim yüzleşmeyi gerçekleştirmiş, o kutu kadar görüş odasında karşımdaki adama hesap sordum, ve hesap sormanın aslında bu öfkeyi dindirmediğini ya da bu hissi durdurmadığını görüş odasında fark etmiştim. sigaramı içerken, hayatımın en büyük başarısının sevinciyle en büyük boşluğunda buldum kendimi. babamı öldüren annemle yüzleşmiştim. sigaram bittiğinde yüzümdeki hafif gülümsemeyle banyoya gittim, giderken koridorda soyunmaya başladım. istemsiz gülümsemem büyüyordu. suyu açtım. banyo oldukça soğuktu. küvetin içine girdim. duş başlığını mikrofon yapıp şarkı söyleyebilirdim o sırada, ve bu o an için eğlenceli de olurdu. bir an duraksadım, eğik olan duruşumu düzelttim. insanlar neden dik duruyorlar diye düşündüm. güçlü oldukları için dik bir duruşları vardır, hayır, dik durarak güçlü gözükmeye çalışırlar belki de bundan güç alıyorlardır cidden. benim güçlü durmam lazım, iki kişiyi öldürdüm bir seri katil duruşunu kaybederse teslim olmuş demektir duruşunu düzelt! bir seri katil olsaydım şampuan kutusunun kapağı kapalıyken çalkalamayı unutmazdım, en küçük ayrıntıya dikkat etmelidirler çünkü. saatlerce duşta kalmazdım, on ya da on beş dakikada bitirirdim bir seri katilim ve benim için hız çok önemli. ve önlenebilir telaş artık hayatıma yer etmiş. bir seri katil olup uyandıktan hemen sonraki duşumu aldım. duştan çıkıp temiz kıyafetlerimi aldım dolaptan ve salona geçtim. neden salona geçtim ben? salon daha sıcak, neden salon daha sıcaktı çünkü biz diğer odalarımızı ısıtamayacak kadar fakirdik biz. fakir bir ailenin küçük kardeşleriyle ilgilenmek zorunda olan ablasıydım ben. değildim ama oluverdim işte. hızlı hızlı giyinmeye başladım acaba az önceki seri katil yapışmış mıydı bana? belki de kardeşlerim gelecekti okuldan ondan hızlı olmalıydım. yok öyle değildi. daha başka bir şeydi. kendimi kapatmak istiyordum, tenimi görmeye dayanamıyordum oysaki on dört yaşındaydım. baldırımdaki morarmaları istemeyerek de gördüm ve oturup ağlamaya başladım. fakat ağlamaya vakit yoktu her an eve gelebilirdi ve benim tenimi asla görmemeliydi. evde kimse yokken üstüme gelirdi, tekrar aynı şeyleri yaşamak istemiyordum sürekli bu durumu yaşamamak için kaçtığımı fark ettim. kaçınılmaz bir şeyden kaçıyordum. ve bu on dört yaşındaki kızın beş dakikasını yaşamaya katlanamadım. uyandığım gibi telefonla konuşup duş almıştım ve kahvaltı vakti gelmişti, kendime tost yapmaya karar verdim. küçük bir dükkandaydım. şu son bir iki gündür pek müşteri gelmiyordu bizim dükkana. işler kesattı anlayacağınız. iki kişi geldi, "iki çay bir tost dayı! çaylar tostla gelsin." dayı olmuştuk sabah sabah, iyi dedim ocağı yaktım tost makinesini koydum ocağa. ekmekler zaten hazır dilimlenmiş geliyor koy arasına peyniri, ne pratik şey. hemen hazırlayıp götürdüm, içeri gelip televizyondan haber kanalını izlemeye başladım. çocuklar çayları bitince abi biz kalkıyoruz diye geldiler. "hesap ne kadar tuttu abi?", "beş buçuk lira kardeşim". biri arka cebinden cüzdanını çıkarmaya çalışırken diğeri televizyona bakıp "ülkeyi ne hale çevirdiler şerefsizler"dedi. bir an beynime giden kanı hissettim. "ne hale çevirmiş şerefsizler?" deyiverdim. ülkeyi kimin bu hale getirdiği az çok belliydi, hepimiz el birliğiyle yaşadığımız toprağa şükretmeyi bir kenara bırakıp kendimizi bir şey sanıp ona buna çamur atmaya başlamıştık. "abi niye köklerini kazımıyorlar peki, niye indirmiyorlar hepsini aşağı?" dedi, "indirilmesi önemli tabi de, çıkaran çok mu masum" tarzında eğitici cümleler kurdum, o an bu cümleleri bu kadar rahat söylemiyordum tabi, sinirliydim, hem çocuğum yaşımdaki oğlan çocuğu bana bağırıyordu ve benim dükkanımda. bir anda "ben böyle bir yere hesap falan ödemem" demeye başlamasın mı? sanki ben onun beş lirasıyla hayatımı kurtaracağım. sinirden deliye döndüğüm an işte o andı. dükkanın kapısından bağırmaya devam ediyordum, tartışmasını bile beceremiyorduk. tost yapan abi ruhumu kaybettiğim an ise saate baktığım andı. saat geçiyordu ve ben arkadaşlarımla buluşacaktım. hemen hazırlanmaya başladım. dolabımı açtım, tüm elbiselerim oradaydı onlara tek tek dokundum. bu sefer uç bir yerdeydim hissediyordum. içimde bir kıpırtı ve korku vardı. hayat kadını mıydı? hayat kadını olsaydı bu heyecan niye? dolabın kapağındaki aynaya baktım, saçlarım normalden çok daha kısa, yüzüm tahriş olmuş. ellerime baktım boğumlarda normalde bu kadar kıl yok ki. ve o an heyecanım daha artmıştı. peki kimin odasındaydım, gözlerimdeki parıltı buranın benim odam olmadığını gösteriyordu. biri bana bu hissi yaşamam için fırsat tanımıştı. ona minnet duyuyordum. kıyafetlere bir kere daha dokundum, bu sefer daha dikkatli, üzerlerindeki parfüm kokusu elime sinecek şekilde. ışıl ışıllardı. koyu mor olan vardı, askıları ve göğüs kısmı pul işlemeli. çok güzel gözüküyordu. onu alıp üzerime tuttum, bana yakışacak mı merak ediyordum. sonra siyah ve krem rengi olanlarını da denedim. o kadar büyük bir histi ki yaşadığım sol göğsüme sırtımdan bir soğuk kılıç saplıyorlardı sanki. dolabını kapağını kapattığımda yan tarafta makyaj masası olduğunu gördüm. iki taraftan ışığı vardı, üç tane peruk asılıydı, masanın üzerinde renk renk ojeler ve kapağı açılmış rujlar vardı. benim için özel olarak açmıştı, çok mutlu oldum, duygulandım. kıyafetlerin verdiği mutluluk ve güvenle bir ruju elime aldım, koyu tonlardaydı, koyu kahverengi. dudaklarımın bu kadar güzel gözüktüğünü hatırlamıyordum. bir kadın dudağıydı adeta. keşke tıraş olmaktan cildim bu kadar tahriş olmasaydı diye düşündüm. bir kadın olmak bana cidden çok yakışıyordu. fakat makyajımı bitip gitmem gerektiğini hatırladığım için hızlıca hazırlandım. iki üç saatim bunları yaşamak ve hissetmekle geçti. belki hızlı bir geçiş diye düşünebilirsiniz, ama insan hissettikçe var oluyor. hissedin azizim, düşündüğünüz kadar korkutucu bir şey değil. gününüzü güzel eden dostlarınız olsun, teşekkürler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder